“Tut ki gecedir
Katiller huzursuz
Hırsızlar sinirli…
Hainler ürkekçedir”
A. İlhan
Psikolojik harp merkezi SETA’nın, yabancı ajanslarda çalışan gazetecileri “dış güçlere çalışan ajanlar” olarak fişlediği rapor ortaya çıkmıştı geçen aylarda. AKP, Rusya ile İdlib meselesinden dolayı arayı bozduktan sonra SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran düne kadar emperyalist dediği ABD, AB, NATO’ya “Suriye’yi vur, cihatçılara silah ver, yerleşim yeri kurmamız için finans sağla” çağrısında bulundu. ABD bunları yaparsa ilişkiler eski günlerine dönebilirmiş! Alakalı alakasız her konuda bizlere “emperyalizmin uşağı” diye küfür eden troller bir haftadır suskun. Dost ve düşman tanımlamasının haftalık değişim gösterdiği ortamda (yandaş da olsa) herkes her an hain ilan edilebilir. İbrahim Kalın’ın bir ay önceki açıklamasını bugün tekrar paylaşan trol “zillet ittifakının” ajanı olarak suçlanıp, tekme-tokat kovulabilir. AKP içinde çarşı karışık, her an taş düşebilir, ayı çıkabilir. Havuz medyası kalemşorları tedirgin, yandaş müteahhitler endişeli, silah kaçakçıları ellerini ovuşturuyor…
Kürtlerin statü kazanmaması için başlatılan “Dostum Putin” sahte baharı yerini zemheriye bırakmış durumda. AKP’nin Suriye’de iki net hedefi var; Kürtlerin geriletilmesi, Nusayrilerin (Alevilerin) iktidardan uzaklaştırılarak yerine Selef-iliğin tahkim edilmesi. ÖSO’cular ile SADAT’çıları birbirine entegre ederek darbeler planlamak, paramiliter arzular peşinde koşmak, hilafet ilan etmek, belki de komşuda pişip Türkiye’ye düşebilecek olan diğer yan gelirler… Türk milliyetçiliği ve mezhepçilik içgüdüsü akla ziyan dış politikanın oluşturulmasının en temel ilham kaynağı. AKP, Suriye’de savaşıyor görünse de esasında anti-Kürt, anti-Alevi ekseninde bir iç savaş veriyor. Rojava Kürt bölgesi üzerindeki baskıyla, HDP’nin fiilen çalışamaz hale getirilmesi aynı siyasetin sonucu, cihatçılar eliyle Suriye Alevilerine yönelik yoğun saldırılar ile 2 Temmuz Madımak katliam sanıklarının “tonton dede” ilan edilerek serbest bırakılması aynı mezhepçi zihniyetin tezahürü.
Irkçı, mezhepçi Suriye politikasının tek sorumlusu olarak AKP’yi göstermek eksik tanımlama olacaktır. Savaş tezkeresine “evet” diyen, terör lakırdısıyla Kürt düşmanlığı yapan sistem partilerinin tamamı akan kanın gönüllü olarak ortağı olmaktan geri durmuyorlar.
D. Baykal: “YPG’nin vurulması için Azez-Halep hattının açık tutulması gerekir, Halep bir Sünni kentidir. Esad güçlerine, Şii Nusayri güçlerine teslim etmeye yönelik politikayı sorgulamak lazım.”
M. Akşener: “Mehmedim toprağa düşerken ve bunu bir devletin askeri yaparken lafı uzatmanın anlamı yok. Mikrofon delikanlılığını artık bırakın ve gereğini yapın.”
D. Bahçeli: “Türk milleti Şam’a girmeyi şimdiden planlamalı. Yansın Suriye, yıkılsın İdlib, kahrolsun Esad…” Bu ve benzeri açıklamalar, AKP ve sistem partilerinin aynı silahın ölüm saçan mermileri olduğunu kanıtlıyor.
“Diktatör Esed” söylemiyle başlayan Suriye savaşı, Kürtlerden, Alevilerden, Hristiyanlardan arındırılmış, yanmış-yıkılmış, petrolü çalınmış, talan edilmiş bir Suriye isteği yönünde devam ettiriliyor. Suriye’de son gelinen noktada Esad ve BAAS otokrasisinin baskıları, anti-demokratlığı, Kürtleri yok saymasını konuşmaya sıra gelemiyor. İç savaşın başladığı ilk günlerde Kürtler, cihatçı çeteler ya da Esat arasında ezilmeden kendi kantonlarını kurarak kurgulanan denklemi altüst ettiler. Kurulan kantonlarda Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Alevi, Sünni vb. birçok halk topluluğunu meclisler çatısı altında birleştirdiler. BAAS otokrasisi ve cihatçı çetelerin dışında demokratik bir model böylece ortaya çıkmış oldu.
Irkçı, mezhepçi ve yayılmacı politikalar kan deryasına kan taşımak dışında bir çözüm getirmemiştir, getirmeyecektir. Suriye’de doğrudan demokrasinin yolunu açmak için en hakkaniyetli çözüm; Yerelgenel meclislerin kurulması ve halkların eşit – ortak iradesi temel alınarak barış içinde birlikte ya da ayrı yaşamanın kararı Suriye halklarına bırakılmasıdır.