Okuduğunuz yazının yazıldığı saatlerde 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin resmi olmayan sonuçları şekillenmişti. En önemli çekişme alanlarından biri olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin seçim sonuçları üzerinden manipülasyon an itibarı ile halen sürüyor. İlk gelen sonuçlara göre önde görünen AKP adayı, verilerin başa baş olduğu anda mikrofonların karşısına geçip kazandığını açıkladı. Hemen ardından da örgütü bu başarıyı şehrin birçok noktasına astığı teşekkür afişleri ile pekiştirmeye girişti. Bu aşamada en çarpıcı gelişme ise Yüksek Seçim Kurulu’nun o andan itibaren veri aktarımını kesmesi ile yaşandı.
Seçim öncesinde sıkça dile getirilen bir ihtimale göre iktidar, farkın küçük çıkacağı bölgelerde sonucu etkilemek üzere değişik taktikler hazırlamıştı. İstanbul seçimi bu ihtimalin hayata geçirildiği en önemli uygulamalardan biri olacak gibi görünüyor. YSK da İmamoğlu’nun kazandığı yönünde açıklama yaptı. En azından önde gittiğini söyledi. Bu aşamada AKP ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı sonuçlara itiraz ederek yaklaşık 10,5 milyon oyun yeniden sayılmasını talep edebilir.
Bu yeniden sayma meselesi de şüphesiz ki bir dizi şaibenin yaşanacağı yeni bir alan olacak. Benzer filmi ABD seçimlerinde de görmüştük. Florida eyaletinde verilen oylar üç kez yeniden sayıldıktan sonra geçerlilik kazanmıştı.
31 Mart 2019 seçimleri bir bütün olarak ilerde çok tartışılacak özellikler ve özgünlükler barındırıyor. Havuz medyasının seçim öncesinde HDP eş genel başkanı Sezai Temelli’nin sözlerini çarpıtarak, söylemediği sözlerden türettiği çıkarsamaları anımsamakta fayda var. Buna göre 1 Nisan’dan itibaren başkent Ankara’nın Belediye başkanı CHP ile İYİ Parti’nin ortak adayı, ülkücü Mansur Yavaş, kenti Kandil’den aldığı talimatlarla yönetecek. Aynı durum İstanbul için de geçerli. Temelli’nin “Mansur Yavaş da, Ekrem İmamoğlu da bilecekler ki belediye başkanlığını HDP’nin oyları ile kazanmışlardır” sözünden “Ankara ve İstanbul’u Kandil yönetecek” sonucunu çıkaran havuz medyasının bu tabloyu nasıl değerlendireceğini hep birlikte göreceğiz. Ya da göremeyeceğiz. Büyük ihtimalle seçim öncesindeki bu minvaldeki salvolarını bir daha anımsamamak üzere geride bırakacaklar.
En tuhafı ise MHP kökenli Mansur Yavaş’ın kazanmasına sevinmemizin beklenmesi. İlginç bir seçmen profili oluştu Türkiye’de. Bir yandan Dersim’de Komünist Parti’nin adayı Maçoğlu’nun, diğer yanda Ankara’da ülkücü Yavaş’ın kazanmasına aynı anda ve aynı derecede sevinen seçmenin tuhaflığını tanımlamak kolay değil.
Bu acayipliği ancak ideolojinin yokluğu ile açıklamak mümkün. ‘İde’ yani fikir ve kanaat ile yolunu bulan biri kolay kolay böylesi bir çelişki yaşamaz. Ama sol ve sağ, merkez sol ve sağ, popülizm ve milliyetçilik, dincilik ve küresel kapitalizmle uzlaşma kültürü seçmeni böylesi bir tuhaflığa mahkâm ediyor.
Aslında son derece doğal, insancıl ve evrensel olduğu halde, alışık olmadığı taleplerle karşılaşan yurdum insanı ilk tepki olarak ‘kimlik siyaseti’ tanımını üretti. Kimliğini inkâr edip egemenin kimliğine bürünürsen, sorun yok. Ama hayır, “Benim anadilim, benim etnik aidiyetim, müziğim, kültürüm…” dediğin anda, bunları yaşamayı ve yaşatmayı istediğin esnada kimlik siyaseti suçlaması da hazır bekletiliyordu. AKP iktidarında bu suçlamaya bir de ‘ideolojik’ suçlaması eklendi. Yöneltilen eleştirilere karşı ‘ideolojik konuşma’ ithamı gündeme getirildi. Muhtemelen sadece Türkiye’ye özgü bir suçlama bu. Zira insanlar dünyanın herhangi bir yerinde ideolojik olmayan siyasi faaliyeti anlayamaz, tasavvur dahi edemezler. İdeolojiyi ortadan kaldırınca geriye sadece hamaset kalır. Türkiye’de de siyaset, uzun bir süredir hamasetle yapılıyor.
Makul olmanın, insanca siyaset yapmanın ön koşulu siyaseti ideoloji ile buluşturmakta. Din ve etnik kimlik değil, siyaseten emekten mi yoksa sermayeden mi yana olduğundur belirleyici olan. Biz her zaman emekten yana olduk, olacağız. Bizim vatan sevgimiz de, millet algımız da sınıfsal tercihimizle şekillenir.