Yeni bir şey yok. Yenilenen çok şey var. Eskiden medet uman yeni vaatlerle çöküyor bir kâbus gibi hayatlarımızın tam ortasına. Rahat değiliz ve iyi değiliz. Düşündüklerimizin, hayal ettiklerimizin çevresine bile yaklaşmadan unuttuğumuzu sandığımız vahşetlerin içine uyanıyoruz. Hayat, yaşamak, randevular, planlar ve gelecek nerede kaldı? Ya da nereden gelecekti?
Hazin bir hatıra değil. Dehşet anımsamalar. Çocukluktan, hatta bir önceki kuşaktan rivayet sandığımız, o kulaklarımıza sessiz harflerle söylenen olanların hücum etmesi. Başlıyor yeniden bir travma, tane tane uğurladığımız o her şeyin üstünde kendini yeniden hatırlatan. Çünkü devlet deneyimlerini unutmuyor. İnsanlar devletin yaptıklarını unutamıyor. Devlet, unutulmamak için, insan onu unutmak için burada, bu yüzden ve bu şekilde ölüyor.
Gerçeğin dibinde debelenen bir söylem alkış toplayamıyor. Tezahüratı sakıncalı bir gerçek yalnız olmaya mahkûmdur. Öyle yaşanıyor her katliam, o kadar sürüklenebiliyor suçlar. Zaten devlet, zaten hukuk, zaten zor, çünkü bu sistem zorun kendini meşrulaştırmış vaziyeti. Halimiz vaziyete karşı hiçbir zaman ‘hazır ol’ değil ve olamıyor. Yeniden yerine, eskiden diye anılanı sık sık hatırlayıp aktararak var olmaktır şimdiki ahval.
Bilindiği gibi Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Çığlıca köyünde, Osman Şiban ile Servet Turgut yaşadıkları köylerinden gözaltına alınıp işkence edilerek helikopterden atıldı. Servet Turgut öldü. Osman Şiban ise hâlâ yoğun bakımda tedavi görüyor ve aynı zamanda hafıza sorunu yaşıyor.
Herkes bir anda dehşete düştü bu haberle. İnanmayan, inananları sorgulayan, çarpıtan bir sürü tez öne sürüldü. Gerçek şuydu: iki Kürt köylerinden alındı ve helikopterden atıldı. Aynı olayda tüm köy halkı diz çöktürülüp rehin alındı. Ama kim, neden bunu gündem etsin ki? Bir ücra köyde insanlar devlet zoruyla meydanda toplatılıp rehin alındı. Aralarından seçilen 2 insan işkence edilip ölüme atıldı. Biri öldü işte. Öyle bir ölüm ki adeta ölüm sebebi örtbas edilsin diye her şey denendi.
Helikopterden atma pratiği Arjantin’de, Şilli’de ve 90’ların Kürdistanı’nda sık sık yaşanan olaylardandı. Hatırlayanlar bilir, bir köye helikopter inince ölüm kaçınılmazdır. Sürgün veya hapis neredeyse bir armağandır. Devlet panzer, akrep, beyaz Toros vesaire araçlardan ziyade helikopterle iniyorsa bir köye, indiği köyün coğrafyadaki yeri havaya uçabilir. Çünkü uçarak inen devlet illa ki bir yerleri yerinden edecek. Deneyimlerle teşhis edilen bir gerçek şu ki, Kürtler yaşadıklarını, sonra da öldürüldüklerini kanıtlamak zorunda.
Kürtler özgürlük mücadelesi sayesinde dünya kamuoyunda kendilerine yer bulabildi. Yani yerkürede her halk gibi kendilerinin de var olduğunu tüm imha saldırılarına rağmen duyurabildi. Tarih içinde silinmeye mahkûm edilen, bunun için arkeolojik kazılardan silinen bir halk, yeniden kendini hatırlattı dünya halklarına. Ama bu yeterli bir varoluş sebebi değil. Hele ki Türkiye’de, birçok handikabı var. Var olduğunu kanıtlayan bir halk olan Kürtler nasıl ve neden öldürüldüklerini de kanıtlamak zorunda. Öyle bir baskı oluşturulmuş el birliğiyle.
Çığlıca’da devletin resmi üniformalılarınca bastığı o köyde rehin alıp diz çöktürmeler, gözaltına alıp işkenceyle helikopterden atmalar, sonra resmi makamlarca kademe kademe örtbas etmeler bir yok etme ısrarının kısa tarihidir. Aynı zamanda valiliğin “kayalık yere düştüler” açıklamasının hiçbir anlamı yokken, kendini muhalif olarak konumlandıranların da maskesini düşürdü. Kürt basını, diğer adıyla Özgür Basın mevzubahis köy yerleşkesine gidip araziyi görüntüledi ve olay yerinde kayalık bir yer olmadığını kanıtladı. Çünkü Kürtler nasıl öldürüldüklerini kanıtlamak zorunda. Öyle bir halk ki o kadar çaba ile öldürüldüğünü kanıtlıyor.
Servet Turgut’un ölümüyle aslında tarih dirildi. Geçmişte anlatılan Kürtleri helikopterden atma rivayetleri artık gün yüzüne çıktı. Kürtler yıllardır öyle veya böyle atıldıklarını kanıtlamakla sınandı. Bu sınav aynı zamanda kendini sol kulvarda konumlandıranların sınavıydı. Peki, ezber bozuldu mu? Tabi ki hayır. 100 yıl önce bombardımanlarla katledilen Kürtler, 2020 yılında helikopterden atılmaya devam ediyor.
Bu devlet ezberi ve ezberi yutmaya teşne kesime karşı sürekli anımsamalı ve yeniden inadına anlatmalı: İnandığınız devlet sizin de devletiniz değil. İddia diye bir gerçeği örtbas etmek, üniformaya ortak olmaktır. Neyse ki deneyim ve hafıza Kürtlerden yana; unutmuyorlar ve unutmayacaklarını haykırıyorlar. Servet Turgut’un kardeşi Naif Turgut’un dediği gibi: “Bizim ciğerimiz nasıl yandıysa onların da öyle yansın.”