İdamının 97. yılında gazetemize konuşan Şeyh Said’in torunu Bedri Fırat: Şeyh Said ayaklanması Kürtlük ayaklanmasıdır
Hüseyin Kalkan
Şeyh Said İsyanı, kapsam bakımından (Son 40 yıldır devam eden isyan hariç) en geniş Kürt isyanıdır. Başladıktan sonra 14 il ve ilçeye yayıldı. 15 Nisan 1925’te, aynı zamanda bacanağı olan Binbaşı Kasım’ın ihbarı üzerine, Abdurrahman Paşa Köprüsü’nde yakalandı. Şeyh Said’in torunu Bedir Fırat, söyleşimiz sırasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın aynı tarihte 15 Nisan’da yargılanmaya başlandığını hatırlatıyor ve paralelliğe dikkat çekiyor. Olağanüstü bir yargılamanın ardından Şark İstiklal Mahkemesi tarafından 46 arkadaşı ile birlikte 29 Haziran 1925’te idam cezasına çarptırıldı. Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nda idam edildi. Cumhuriyet yönetimi Şeyh Said ve arkadaşlarını gizlice gömdü ve mezar yerlerini açıklamadı. Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan 92 kişi arasında üç kadın da vardı.
O rejim hala sürüyor
Şeyh Said’in torunu Bedri Fırat, isyanın kapsamına dair sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Katılım Diyarbakır ve çevresi, Bingöl ve çevresi, kısmen de Muş ve Varto çevresinde olmuştur. Bu bölgelerde katılımın yoğun olmasının nedeni de Şeyh Said’in ilk yola çıkışında toplantılar yaptığı hattır. Bu hatta birçok köy o zaman devlet tarafından yakılmıştır. Birçok Kürt köylüsü yargısız infaz edilmiştir. Buralarda infaz edilenlerin ve Diyarbakır’da idam edilen Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerleri hala belli değildir. Bugün de aynı şey uygulanıyor. Çatışmada ölen insanların cenazeleri ailelerine verilmiyor. Mezarlıklar tahrip ediliyor. Bu da o günkü rejimin hala sürdüğünü gösteriyor.”
Kürtlerle sözleşme inkar edildi
Bedri Fırat, isyanın nedenine ve dönemin özelliklerine dair şunları anlatıyor: “Biliyorsunuz 1921 yılında Türkiye’nin kurucu anayasası oluşturuldu. Bu anayasada Türkiye Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı olarak tanımlanıyordu. Ama 1924 Anayasası ile bu değiştirildi. Kürtlere tanınan bütün haklar anayasadan çıkarıldı. Tek devlet, tek millet anlayışı ile yeni bir anayasa oluşturuldu. Şeyh Said ve çevresi bu anayasaya karşı çıktı. İlk etapta çatışmalı bir süreç değil de konuşarak bu sorunun çözümünü sağlamak istedi. 1924 yılının Aralık ayında da ilk toplantısını Kırıkhan’da yaptıktan sonra danışmalarda bulunmak için Diyarbakır’a gitti. Kürtlerin o zaman ileri gelen şahsiyetleri ile görüşüp ortak bir çözümü aramak amacı ile hareket etti. Piran’a kadar birçok toplantı yaptı. Piran’da meydana gelen bir provokasyon sonucu hareket erken patlak verdi.”
Kürtler arası birliğin önemi
Fırat o dönem Türk devletinin askeri olarak çok güçlü olmadığını belirtiyor. Buna rağmen hareketin yenilgiye uğramasını Kürtler arası birliğin bulunmamasına bağlıyor. Fırat, bu konu ile ilgili bazı örnekler vererek sözlerini sürdürüyor: “Kürtler arasında bir birliğin olmaması, plansız ve zamansız başlamış olması başarı şansını ortada kaldırdı. Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza’nın anlatımına göre Mustafa Kemal, Başvekile ve bazı milletvekillerine yetki veriyor. Diyor ‘Kürtlerle oturun bu meseleyi çatışmasız bir şekilde çözün’. Bazı Kürt ağaları ve şeyhleri birçoğu mektup gönderdi Mustafa Kemal’a; Şeyh Said’e karşı olduklarını, onlarla hareket etmediklerini, devletle birlikte ona karşı mücadele etmek istediklerini yazdılar. Mustafa Kemal bunlarla görüşmek için Kazım Dirik’i görevlendirdi. (Örnek olarak Norşin Şeyhlerinden Şeyh Mahsum ile Musa bey Xoyti, Kazım Dirik ile görüşüyorlar. Bu görüşmeler sonuç veriyor. Kazım Dirik 120 bin civarında bir para veriyor.) Şeyh Said yanlısı olan Musa Bey Xoyti saf değiştirerek devlet tarafına geçiyor. O dönem Musa Bey birçok alanda etkiliydi. Çok silahlı adamı olduğu için birçok Kürt beyine örnek oluyordu. Birçoğu saf değiştirerek devletin yanına geçiyorlar. Şeyh Said güçlerine karşı savaşmayı kabul ediyorlar. Ve bu hareketin kırılma nedeni olur. Kürtler arasında bir birlik olmaması, var olan sisteme karşı tepkilerini net olarak ortaya koymayışları hareketin gerilemesine neden olur. Yani biz diyebiliriz ki o dönem de var olan Kürtleri içindeki parçalı hareket etme ve parçalı bir durumun ortada olması nedeni ile Kürtlerin gerilemesine neden oldu. Hareketin öncü kadrolarından olan Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza bir röportajında bunu dile getiriyor. Diyor ‘Benim bütün çabalarıma rağmen aşiret reislerini ve şeyhleri ikna edemediğim için birliktelik oluşturamadık’ diyor. Bu konuda çok yakınıyor.”
Günümüzde de aşılamayan sorun
Bedri Fırat o dönem yaşanan parçalı yapının günümüzde de görüldüğünü, bazı hareketlerin sistem güçleri birlikte hareket ettiklerini söylüyor. Fırat sözlerini şunları ekliyor: “Hala sistem yanlısı olan, kendi kimliklerini reddeden, inkar eden, sistemle birlikte hareket eden bir kesim var. Kuzey’de olduğu gibi Güney’de daha yaygın bir şekilde olduğunu görebiliriz. O dönemde Şeyh Abdulselam, Osmanlı tarafından idam edilirken aile mensupları daha sonra Osmanlı tarafına milis olarak geçiyor. Bu bir örnektir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Mahkeme tutanaklara baktığımız zaman bazı isimlerin bilinçsiz olduğunu görürüz. Bu durum hareketin olgunlaşmadan patlak vermesi ve bu hareketin gerilemesine neden oldu. İkinci olarak harekete karşı olan, sürekli ihbar ve ihanet içerisinden olan kesim vardı. Kendi içinde var olan sorunları çözemeyen bir kesim başarısızlığa neden oldu. Bu hareket olgunlaşsaydı veya daha bilinçli bir kesimin önderlik kadrosunun etrafında birleşmesi sağlansaydı başarı daha mümkün olurdu.”
Kürtlük için bir ayaklanma
Fırat, bazı kesimlerini Şeyh Said’in şapka devrimine veya harf devrimine karşı ayaklandığını sandıklarını ve böyle lanse etmeye çalıştıklarını belirterek, bu ayaklanmanın Kürtlük için bir ayaklanma olduğunu söylüyor. Fırat, bu konuda şunları söylüyor: “Bazı kesimler kendine göre yorumluyor ama bu hareketin ana damarı Kürtlüktür. Böyle düşünmelerinin nedeni bilgi kaynaklarının eksikliğidir. Şeyh Sait etrafında -bu çok önemli bir bilgidir- o dönemin Kürt entelektüelleri bulunuyordu. Mesela Şeyh Said’in katibi Fehmiyê Bîlal, çok önemli bir şahsiyetti, üç-dört dil biliyordu. İnançsal olarak İslam dinine inanmayan bir kişilik. Buna rağmen Şeyh Said, Fehmiyê Bîlal’i, bilgisi ve samimiyetinden dolayı en yakın çevresinde konumlandırdı. Bütün sırlarını Fehmiyê Bîlal’e not ettirip yazdırıyor. Şeyh Said, sadece Sünnileri temsil etmedi. Şeyh Said ile birlikte idam edilen 47 kişinin içinde Alevi olan Çerkez de var. Çerkez, Şeyh Said’in bütün servetini teslim ettiği bir şahsiyettir. Fehmiyê Bîlal’a sırlarını, Çerkez’e bütün servetini emanet ediyor. İkisi de Sünni değil. (Fehmiyê Bîlal biyografisini yazan Ahmet Tigris’e göre, Fehmiyê Bîlal, merkezi İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesinin üyeleri arasındaydı.)”
Azadi Örgütü ve ayaklanma
Bazı kaynaklara göre Şeyh Said ayaklanmasında Azadi Örgütü önemli rol oynamıştır. Bedri Fırat, Azadi Örgütü’nün o dönemde faal olduğunu ama önderlik etmesinin söz konusu olmadığını söylüyor. Fırat, Azadi’nin ayaklanmadaki rolüne ilişkin şunları söylüyor: “Azadi Örgütü o dönem faaldi. Ama Şeyh Said hareketine fazla bir katkısı olmadı. Şeyh Said tamamen halka dayanıyordu. Mücadeleyi halka anlatmak için toplantılar yapıyor. Daha geniş çevrelere yaymak için çalışıyor. Propaganda yapıyor. Azadi hareketi ise daha çok bürokratları kapsayan bir hareketti. O dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri gücü çok zayıftı. Ama Kürtlerin gücü daha fazlaydı. Daha güçlü olmasına rağmen bunu aktif hale getiremediler. Bu çok önemli bir tespittir. Eğer Azadi hareketi tam rolünü oynamış olsaydı, Kürtleri örgütleyip mücadeleye kalabilseydi durum daha farklı olabilirdi. Bu nedenle diyebiliriz ki Azadi oluştu ama aktifleşmedi.”
Tarihler ve devletler
Şeyh Said ve arkadaşları 29 Haziran 1925 günü idam edildiler. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı yargılayan mahkeme de idam kararını açıklamayı 29 Haziran 1999’a denk getirdi. Bedri Fırat, çakışmaların bu tarihten ibaret olmadığını, ayaklanmanın başladığı 15 Şubat 1925 günü uluslararası komplonun sahnelendiği 15 Şubat 1999 gününe denk getirildiğini, Öcalan’ın yargılanmaya başlandığı 15 Nisan 1999 tarihinde Şeyh Said’in yakalandığı 15 Nisan 1925 ile denk getirildiğini söylüyor. Fırat, şunları ekliyor: “Bu tarihlerin böyle denk getirilmesi bir tesadüf değil. Böyle yaparak Kürtlere başkaldırının getireceği sonuçları hatırlatmak istiyorlar. Yapılan katliamları, yargısız infazları ‘unutmayın’ demek istiyorlar. ‘Yine yaparız’ demek istiyorlar. Uluslararası Komplo’nun boşa çıkarılması örgütlü bir yapının mücadelesi sonucu olmuştur. Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza’nın bir tespiti var. ‘Güçlü bir yapı kazanmanın garantisidir’ der. Halit Bey Cibri yakalandığında 15 asker eşliğinde Bitlis’e götürülür. Orda idam edilir. Şeyh Said yakalandığında 15 askerle Diyarbakır’a götürülmüştür. Ama bunları kurtarmak için yolda bir müdahale olmamıştır. Güçlü bir örgütlenme olsaydı bu duruma müdahale edebilir, idamları engelleyebilirdi.”
Devlet pişmanlık bekledi
İdam kararları verildikten sonra devlet Şeyh Said’den bir af talebi beklemektedir. Şimdiye kadar böyle olmuştur. İsyan edenler af dilemiştir ve asiler af edilerek sürgüne gönderilmişlerdir. Bedri Fırat, idam kararları açıklandıktan sonra Şeyh Said’in tutumuna dair şunları söylüyor: “O zaman Şeyh Said’e sorarlar. Bir talebin var mı, bir şey söylemek istiyor musun, yazmak istiyor musun? diye sorarlar. Şeyh Said’in af dilemesini beklemektedirler. Buna karşılık Şeyh Said diyor ki ‘Ben halkımı sizin karşınızda utandırmam. Siz zannediyor musunuz ki ben darağacına giderken titreyeceğim. Darağacına giderken, ben sizin karşınızda perva etmem. Darağacınıza perva etmem. Benim mücadelem halkım ve dinim içindir.’ Halkım ve torunlarım dediği kesim ile sadece kendisine kan bağı olan kesimi kastetmiyor. Mücadeleye sahip çıkan kesim için söylüyor. Bir gün gelecek sizden hesap soracaklar, sizde minnetim yoktur. Şeyh Said bunları çok net söylüyor. İdama giden birkaç arkadaşı da bu sözleri tekrar ediyor. Bunlarda biri de Hanili Salih Beg’dir. O da devletten korkmadığını ve haklı olduklarını söylüyor.”
Ali gibi yaşamak
Şeyh Said’in sürekli Hazreti Ali’nin yaşamını esas alarak, mücadele anlayışını esas alarak hareket ettiğini belirten Fırat, Şeyh’ın selefi anlayıştan uzak olduğunu belirtiyor ve şunları ekliyor: “Hınıs’ta hareket ettiği zaman, aile çevresi, hanımı onu vazgeçirmeye çalışıyor. Diyor ki kim çocuklarına bakacak, bize bakacak. Cevaben şunu söylüyor: ‘Ne benim ailem Hz. Ali’nin ailesinden daha değerlidir, ne de benim çocukların Hz. Hasan’dan ve Hz. Hüseyin’den daha değerlidir.’ Bu mücadelede kararlılığını gösteriyor. Bu selefi anlayışla bağdaşmayan bir anlayıştır. Hasan ve Hüseyin’i esas alarak Muaviye’yi reddeden bir anlayıştır. Bugünkü iktidarın İslam anlayışına baktığımız zaman tamamen selefi bir anlayıştır ve Şeyh Said’in anlayışı ile uyuşmayan bir anlayıştır. Şeyh Said 1910’larda Kürdistan’da tarikat çevrelerini toplayarak kendilerine bir uyarıda bulunuyor. Diyor ki ‘Siz İngiliz petrol şirketleri gibi hep halktan alıyorsunuz, halka bir şey vermiyorsunuz. Sizin bu tavrınız devam ederse ben sizi halka teşhir ederim ve halka cihat ederim.’ Bundan dolayıdır ki o dönemdeki ikazı tarikatlar arasında kaygı ile karşılanıyor ve hareket sırasında bunlardan hiçbirinden destek gelmiyor. Destek verenler şeyhlerdir ve onlar da aile bağları ile bağlı olan bir kesimdir. Şeyh Said hareketi sona erdikten sonra hareketin öncü kadroları Kürdistan’ın diğer parçalarına geçiyorlar ve o parçalarda Kürtler arası bir birlikteliğin oluşması için çaba gösteriyorlar. Ama bazı çevreler sürekli kendi çıkarlarının önplana çıkardıkları için bir birliktelik oluşmuyor.”
‘Mücadele edenler Şeyh Said’in torunudur’
Bitirirken Bedri Fırat bir de uyarı bulunuyor. Şeyh Said hareketini çizgisinden saptırıp sisteme payanda yapmak isteyen bir kesim olduğunu söylüyor. Bunu Şeyh Said’e bir hakaret olarak kabul edeceklerini söyleyen Fırat, sözlerini şöyle bitiriyor: “Şöyle bir uyarı yapmak istiyorum. Aile çevresinde bazı isimler sistemle hareket ediyorlar ve bunu Şeyh Said adına yaptıklarını söylüyorlar. Yazılar yazıp kitaplar yayılıyorlar. Bu uydurma kitaplarla Şeyh Said’in çizgisini saptırmak ve sisteme yakın bir şekilde göstermek istiyorlar. Kürtlerin bunlara itibar etmemeleri gerekiyor. Şeyh Said çizgisini farklı göstermek istiyorlar. Belki hareket olarak başarıya ulaşmadı ama Kürt halkı arasında bir ulusal bilinç oluşması noktasında işlev gördü. Sonuç olarak şunu belirtmek istiyorum. Bu alanda mücadele veren kesimler var. Şeyh Said’in asıl torunları onlardır. Biz diğerleri, kan bağı olanlar, aile kesimleri sadece mirasçısı olabiliriz. Alanlarda mücadele edenler onu temsil edebilir. Diğerleri kendi çıkarları için mücadele eden kesimlerdir. Bu şekilde bilinmesini istiyoruz. Farklı girişimleri Şeyh Said’e hakaret olarak görüyoruz.”