Ahmet Güneş
Düzenin emirlerine sağır, düşlerin ritmine kulak kesilmek gerekiyor. Hafta içleri, hafta sonları birbirine karışsın. Verdikleri ve almak istediklerimiz yüz yüze gelsin. Biliriz ki gelen her şey bizi çağırır. Dinlemek ve dinlememek bir sırat köprüsü gibi önümüzde, bir adım ötemizde daima duruyor. Dursun orada ve biz varalım ne olacağına.
Bakmakla görmenin, ilgi ile dışlanmanın çelişkisi, ak ile kara emsaliyle her yerde ağzımıza bakıyor. Nerede başlayıp nereye vardık? Ödü kopar insanın bu kıyaslamada. Kopsun zaten, bir şeyler bir şeylerden kopmalı. Kırılan, koparılan ve dağılan bir yerdeyiz, birbirimizi arıyoruz. Dehlizleri yaşamın, yeryüzünde görünmez ya da sıradan olmaya müsait. Çünkü dizayn, çünkü ilelebet bu düzen sanrısı, bir kriz ile sirayet etti her birimize.
Başlangıca bakalım, dönmemiz asla, tekrarı ıskalama. Oradan değil, çıkmaz sokak sanılan, tamah edilmeyen rüyadan başlayacak. Salvolar, seke seke yürümeler, yani inadın harekete yön vermesi yolu gösterecek. Tarihin seyir sayfaları bir bir yırtılıp dağılıyorsa, yeniden yazmak lazım.
Rahat etmek ve rahat düzlemde yarışmak büyük bir yanılsama, bu çağın onulmaz bir yarasıdır ve saldırgan herkese. Muzdarip olmak, ötede durmak, sürgün düşmek değil cevabı. Birebir savaş, ete et bir kıyaslama, bir hesaplama saldırgan bir arenada, bulutları şahit kılacak kadar ayartıcı. Rövanş her eylemde, dilde ve olacaklarda saklı.
Şaklabanlar, kuklalar her yerde bir veda havasında, geldiği yerde ev sahibi ve herkesi kovalıyor. Hastalık gibi bir yarış, yavan bir ezber sarmalamışken zamanı, takvimler kime yarıyor? Sorular sormakla terk edilir bazı masallar. Çünkü bazı masalların da sonu vardır ve kendi masalımızı yazmak zamanıdır.
Gelsin gelsin diye bir avaz her yerde diri bir ses. Karşılaşan bir yarış değil, rövanş gelecek ve getirecek bir şeyleri. Getirsin diye dua ve beddua, iddia ve tez. Gereğini aşan bir kıyaslama uzak dursun. Birebir olmaktan bir olmaya netameli uzun bir yolun yolcuları gelecek bir araya.
Nöbetler, tembihler, kayıplar, aranan ama bulunamayan herkesin hakkı adına, öfkenin sokak sesi namına bir nidâ yetişecek bu duruma. Dağılan sisin, kaybolan dumanın göstereceği ne varsa, bakıyoruz. İnanıyoruz biz burada, inandıklarımızı görmek için ölüyoruz o anlarda.
Kuşatılan bir şehir, şehrin enkazı, enkazın içinde ölü çocuklar. Sert ve vahşi bir tasvir, fotoğrafı çekilen ölümler ve eşyalar. Buraya kadar sıradan, günlük dehşetler. Kuşların intiharı, çiçeğin küsüp solması. Acı yer değiştiremez, insanın yerini değiştirir. Susmak var, pörsümüş umutların kabukları var. Söndürülmesi umursanmayan bir çağ yangını her derdi de şenliği de yakıyor.
Haysiyet derdi olmayanların rezil olma riski de yoktur. Dünyası hırs, bakışı kurnaz, dili yalanla ıslanır. Tutarsız serzenişler, tumturaklı palavralar saraylardan evlerin içlerine, caddelere kadar geliyor. Biri kapatacak kulaklarını, diğeri yeni bir şeyler söyleyerek bastıracak sesleri. Uğultu ve yine uğultu, sonra da yeni cümleler, yepyeni çağrılar dolaşacak. İhtişamın arkasında saklanan kuklalar ve soytarılar bir bir sisin ve dumanın içinde kaybolacak. Eski seslerin, eski ezberlerin ve tekrarların yerini alacak olan her ne ise, içimizden, içimizin gürültüsünden çıkacak.
Haftanın kitap önerisi: Aslı Erdoğan, Mucizevi Mandarin, Everest Yayınları