Türkiye’de şiddetli bir sansür olduğu için halk başının üstünde biriken kara bulutlardan haberdar olamıyor. Türkiye dışında yaşayanlar ise olup bitenleri yalnız özgür medya aracılığı ile değil, değişik ülkelerin tarafsız yayınlarından öğreniyorlar.
Ben de öğreniyorum.
Ama öğrendiklerimi gazetemiz Yeni Yaşam’da dile getiremiyorum. Gazeteci arkadaşlarımın başına iş açılsın istemiyorum. Biliyorum ki, öğrendiklerimi yazsam, gözlerini kırpmadan yayınlarlar. Onlar kendilerini Erdoğan rejiminin sansürüne göre ayarlamıyorlar. Kudurgan akıntıya karşı duruyorlar.
Her yazı yazan gibi ben Erdoğan’ın konuşmalarını da, Özel’in konuşmalarını da, Bahçeli’nin olmasa da Erbakan’ın konuşmalarını da izliyorum. Havuz medyasının da, ulusalcı medyanın da köşe yazarlarının çoğunu okuyorum. ABD, Almanya, Fransa gibi devletlerin başkanları, yöneticileri, askeri sözcüleri ne diyor diye merak ettiğimi gizlemem. Hele Netanyahu’yu hiç kaçırmam. Ya Putin’i? Geçtiğimiz günlerde kendi arsenalinde var olan nükleer silah sistemlerinin ABD’den daha modern olduğunu söyleyince tüylerim diken diken oldu. Belli ki hem ABD hem de Rusya bu nükleer silahları dekor olsun diye depolarında tutmuyor. O nedenle şu aralar İran devletinin sözcülerini “acaba nükleer silaha sahip oldular mı?” sorusuna cevap aramak için, satır aralarına kadar pür dikkat izlemekteyim.
Elbette Türk devletiyle savaş halinde olan Kürdistan örgütünün sözcülerini de takip ediyorum.
Dün ANF’de Halk Savunma Karargahı adına konuşan Murat Karayılan’ın uzun konuşmasını okudum. Kürt halkı her zaman bir yolunu bulup devlet sansürünü deliyor ve kim ne demiş, ne dememiş öğreniyor. Ne olup bittiğini bilenler bilmeyenlere –artık internetten değil- kulaktan kulağa fısıltıyla anlatıyor.
Ama ya Türk halkı?
Türk halkı devlet sansürünün kurbanı. Esiri. Gözler göremiyor, kulaklar duyamıyor. İşte bu karanlık, en büyük tehlike.
Söz konusu kaynaktan öğrendiklerim, bu kaynağın bugüne kadar yaptığı konuşmalardan çok farklı. Türk milletini haberdar edeyim ki, bu konuşma, öyle sadece tehlikeleri dile getiren bir konuşma değil. Savaş görenlerin çok iyi bildiği gibi, adeta bir hava saldırısını duyuran ve halkı sığınaklara çağıran siren sesi. Son bir alarm konuşması… Türk milleti bilsin diye söylüyorum. Çünkü bu alarm, Türk milletinin de “bekasıyla” ilgili.
Eğer uluslararası güçler, bölge devletleri, özellikle Irak devleti ve KDP sağduyunun gereklerini yerine getirmezlerse, kırk yıldır yaşadığımız savaş yeni ve tüm ilgili devletleri kaplayacak bir felakete dönüşecek. Erdoğan-Bahçeli iktidarı savaşa Irak devletini ve onunla birlikte Barzani yönetimini katmak için elindeki son kozları oynuyor. Başardığı durumda şunlar olacak:
Türk ordusu, saflarındaki paralı Arap cihatçıları önce Irak’ta üçyüz kilometreyi aşkın uzunlukta ve kırk kilometre derinlikte Irak topraklarına girecek. Bunu başarırsa, hemen ardından Suriye’de dokuzyüz kilometreyi aşkın uzunlukta ve otuz kilometre derinlikte Suriye topraklarına uzanacak. Bu iki toprak parçasının alanı kırkbin kilometrekareyi aşacak. Yani Danimarka devleti büyüklüğünde bir toprak parçası.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri hiçbir devlet böyle bir toprak parçasını başka bir devletten kopartmaya bırakalım yeltenmeyi, bunun sözünü bile etmedi. Rusya hariç. Fetihler çağı kapanalı çok oldu. Şimdi yeniden bu çağa dönmeye kalkmak Ukrayna-Rusya savaşının gösterdiği gibi, öyle bir kara delik açtı ki, şu anda bütün küresel güçler bu savaşın doğrudan ya da dolaylı içine çekildi. İsrail-Hamas savaşının devam ettiği şu sıralarda Erdoğan iktidarının Irak’ta ve Suriye’de atacağı işgal adımları, şimdiye kadar kontrollü seyreden çatışmaları bir anda çığırından çıkarır. Bütün bölge devletlerini ve onlarla ittifak içinde olan bütün küresel güçleri harekete geçirir. Belki onlarca yıl sürecek bu topyekun savaşın ne gibi felaketlere yol açacağını hiç kimse tahmin bile edemez. Bir gün uyandığımızda Türkiye ile İran’ı savaşırken bulabiliriz. Ve işte o zaman kendi kendimize benim merak ettiğim soruyu sorabiliriz: İran ya nükleer silaha sahip olduysa? Düşünmesi bile korkunçtur.
Türk milleti gelişmelerden habersiz olduğu için iktidarın bu maceracı hazırlığını PKK’ye karşı kırk yıldır yapılagelen “operasyon” haberlerini, bu amaçla süren diplomatik seferleri, seçim meydanlarındaki konuşmaları çoktan kanıksamış durumda. Bir felaket öncesinde en büyük tehlike felaketin kapıda beklediğinden habersiz olmaktır. Tıpkı şu yaşanan depremlerden bir saniye önce insanların öleceklerini akıllarının ucundan bile geçirmedikleri gibi. Oysa depremin ne zaman olacağını hiç kimse bilemezken, savaşın kapımızın eşiğinde olduğunu görmek için, sadece savaşın şimdilik taraflarından birinin sözcüsü Karayılan’ın konuşmasını okumak bile yeter.
İşte bu yazının amacı tehlikeyi tüm duyu organlarıyla bilen Kürt milleti dışındaki insanlara duyurmaktır. Bu yazıda, eğer bu savaş önlenemezse, “biz zaferle” çıkarız diyecek olanların yalan söylediğini de vurgulayarak son noktayı koyayım. Ama savaşı önleyebiliriz.
Büyük laflar ederek bir barış programı yazmayacağım. İşte önümüz Newroz. Ne zamandır tarihin istisnai bir döneminde olduğumuzu, hepimizi felaketle yüz yüze bırakacak bu savaşı, Kürt halkını, onun savunma güçlerini ulusal birlik bayrağı altında toplayacak olan Abdullah Öcalan’ın önleyebileceğini söylemekteyim. Savaşı önlemek için Newroz’da alanlara koşalım, savaşı önleyecek insan için özgürlük talebini yükseltelim. Bu, son çaredir. Bilelim.
Newroz ateşi yakmaz. Baharın ılıklığını yaşatır. Savaş ateşi ise her şeyi yakar.