Şu sıralarda 76. kez düzenlenen Cannes Film Festival’inin geçen yıl Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen Kurak Günler filmi Antalya Film Festivali’nden de (59.) geçen yıl En İyi Yönetmen dâhil dokuz ödül almıştı. Filmin yönetmeni Emin Alper’in külliyatına baktığımızda, gerilimi, politik gerilimi ve insanlardaki karanlık yönü her zaman ana tema olarak kullandığını görebiliyoruz.
Daha çok, Tepenin Ardı (2012), Abluka (2015) ve Kız Kardeşler (2019) filmleriyle anılan yönetmenin Sen Ben Lenin (2021) filmi de oldukça beğenilmiş, üzerine konuşulmuştu. Kurak Günler, gerilimi iyi ayarlanmış bir taşra hikâyesi desek eksik söylemiş oluruz. Zira taşra dediğimiz yerin ne kadar ismi zikredilmese de bir Anadolu kasabası olduğunu görürüz. Anadolu irfanı öngörüsünü kendi çıkarı doğrultusunda sivrilten bir geleneğe dehşet ve şaşkınlıkla şahit oluyoruz. Aslında artık neredeyse bir söylence gibi kulağımızda yer edinen, hiçbir toplumsal olayda karşılaşmadığımız, görmediğimiz ‘Anadolu İrfanı’nı içi boş bir deyim, sözcük ya da tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, belki arada sırada sadece cümle içinde kullanacağımız bir ‘gelenek’ olarak kaldığını görüyoruz. Ortada bir öngörü de yok, insanları doğruya, adalete, vicdana yönlendirecek bir irfan da yok.
Seçtiklerimiz kaderimiz olmasın
Kurak Günler filminin konusuna kısaca değinecek olursak: Hayali bir kasabaya atanan çiçeği burnunda Cumhuriyet savcısı Emre (Selahattin Paşalı) kendini bir çekişmenin ortasında bulur. Kasaba da bir seçim arifesinin içindedir. Kasabalı belediye seçimlerine hazırlanırken, çıkar ilişkileriyle gücü elinde tutmak için doktorundan hakimine, emniyetinden esnafına herkes adeta bir kişi etrafında hizaya çekilmiştir. Genç savcı bu duruma geç refleks verse de kısa sürede tavrını belirler. Buna dur demek için birkaç kez polis amirine ‘gözaltı emri’ verir fakat tek başına bu ilişki ağını kırmaya gücünün yetmediğini anlar.
Filmin açılış sahnesi, kuralsız, yasasız ve başıbozukluğun hüküm sürdüğü adeta bir Teksas kasabasını andıran görüntülerle seyirciyi bir kaosun ortasına atarak psikolojik gerilimin ipuçlarını/kodlarını yansıtır beyazperdeye. Mikro ölçekte bir Türkiye resmini ikirciksiz, oldukça net bir şekilde önümüze koyan yönetmenin, seçiminizle, eserinizle gurur duyun, istediğiniz buysa daha göreceğiniz, çekeceğiniz çok şey var demeye getiriyor.
Taşrayı mekân tutan yönetmenler
Hatırşinas yönetmenlerin meramlarını anlatmak için taşraya, Anadolu’ya yönelmeleri neredeyse bir gelenek halini almaya başladı. Hatırlarsanız yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi Nuri Bilge Ceylan’ın, Sergio Leone’nin Bir Zamanlar Batıda adlı kült filmine gönderme yaptığı (isim fonetiği vesilesiyle de diyebiliriz) Bir Zamanlar Anadolu’da, sonra Kış Uykusu, Özcan Alper’in Karanlık Gece’si… Bu liste uzayıp gider. Peki, bu filmlerden Türkiye panoramasını yakalamak mümkün mü? Yönetmenlerin eserlerine baktığımızda, dokusu, rengi, teması, psikolojik altyapısı, sosyal ve ekonomik ilişkileri, mekân tasvirlerindeki sahicilik, bakış açılarındaki geniş çerçeve ve insanı ve insani duyguyu merkeze alan üsluplarında yakalamak mümkün.
Emin Alper, Kurak Günler’de gücün insanı nasıl zehirlediğine değinirken, güç odaklarının bu gücü elde etmek için yörenin argümanlarını nasıl ustaca kullandıklarına değiniyor. İthal yöntemler yerine bölge halkının yüzyıllardır denediği kirli ayak oyunlarıyla insanın içindeki hırsı öne çıkaran fırsatçı, menfaatçi ve güce olan tapınmayı ustaca irdeliyor.
Biz burada yabancıları sevmeyiz
Domuz avıyla yabancı ve ötekine olan tahammülsüzlüğü ve hıncı, evdeki farelere kurulan tuzaklarla yardım ettiğini sandığın herkesin dost olmadığını, obruklarla, kısa vadeli, günü kurtarmaya yönelik planlarla ülkenin (kasabanın) geleceğinin nasıl çökertildiğini, farelerin ciyaklamalarıyla savcının ne kadar ileri gittiğini ve kasabalı suç çetelerinin sıkıştığını ve çaresizce inlemelerini simgeleştirildiğini gösterir yönetmen bize.
Savcının kasabanın dışındaki gölette (baraj) yüzmesi üzerine yörenin tek muhalif gazetecisi Murat’ın (Ekin Koç) “Buralarda yüzme, bataklık gibidir aşağı çeker” uyarısı sıradan bir replikten ötesidir. Savcının mevcut suç çeteleriyle olan mücadelesinin ne kadar zorlu geçeceğine dair metaforik bir göndermedir. Savcının evinin kasaba halkı tarafından sarılması, taşlanması ve barbarca saldırması yine Teksas kasabalarındaki yasaları güçlülerin yazdığı ve uyguladığı, yargılamadan infaz etme görüntüleriyle aynıdır adeta. Fakat bu içi boş, sürü güdüsüyle hareket eden menfaatçi barbarların korktuğu iki şey vardır; cesaret ve doğaüstü, metafizik olaylar. Yönetmen, ilkine örneğin savcının evi sarılırken elini kolunu sallayarak evden çıkması üzerine o güruhun şaşkınca geri çekilmesiyle, ikincine de filmin sonunda koca bir obruğun karşı tarafında duran savcı ve gazetecinin cevvalliğiyle Anadolu İrfanı’nın çöktüğünü söyler bize.
Teolojinin sularında yüzerken susuz kalan hayali Anadolu kasabası olan Yanıklar halkı üzerinden Türkiye panoraması çizen Kurak Günler, yakın tarihte Gezi’de yaşadığımız linç kültürünü hatırlatması sebebiyle de kasabanın etrafındaki çölü andıran görüntüleriyle bir gıdım ileri gidemeyen, ot bitmeyen çöl iklimini simgeleştirmesiyle de meramını pürüzsüz bir şekilde anlatan başarılı bir film.
Şu sıralar Netflix’de gösterimde olan filmin oyuncularından özellikle Savcı Emre karakteriyle Selahattin Paşalı ve Avukat Şahin karakteriyle Erol Babaoğlu muhteşem iş çıkarmışlar.