Burjuvazi iflas ettiği tescillenmiş deyim yerindeyse güvelenmiş kavram setleriyle konuşmaya devam ediyor. Erdoğan’ın “faiz neden enflasyon sonuç” aforizması, iflas ettiği tarihçe de tescillenmiş bu setlerin pabucunu dama atamadan (!) ıskartaya çıktı. Artık en revaçta kavram enflasyonun ilacının “iç talebi düşürmek” olduğu. Özellikle IMF komiseri Mehmet Şimşek’in döne döne yinelediği kavramların başta geleni bu. Geçtiğimiz günlerde de buna işaret etti. İç talebin istenen düzeyde düşmediğinden, bundan sonraki aşamanın bunu daha da baskılamak olduğundan dem vurdu.
Biliyoruz ki, Erdoğan gibi kendisini ekonomist ilan eden “şahsım”lar bile onun yönettiği orkestraya uymak zorunda, tek bir farklı tele, tuşa basma “özgürlüğü” yok bu orkestrada. Artık “şahsım” diye başlayan ekonomi tekerlemeleri üret(e)meyerek, Şimşek’in şefliğine lafzen bile itiraz etmeyerek yapıyor bunu. Keza o da biliyor ki, Şimşek “özgül ağırlığı” olan bir şahsiyet. Oturduğu koltuk bile onun şefliğine itiraz etmemesi koşuluyla uluslararası-“ulusal” sermayece olur almış durumda.
Ortalama bir emekçinin üzerinde düşünmediği, karşılığını bilmediği bu “iç talebin düşürülmesi” daha doğrusu baskılanması ne anlama gelmektedir? Yine “yapısal program” ya da “kamusal harcamalardan tasarruf edeceğiz” demenin manası nedir?
Burjuvazi ilk vahşi kapitalizm dönemindeki gibi işçilerin yiyeceği ekmeğin niteliğine bile karışacak bir “acemilikle” hareket etmiyor artık. O dönem bir maden ocağında işçilerin can güvenliği için alınacak önlemleri “bu kadar para harcayamam” açıklığıyla reddedecek kadar kabadır sömürü yöntemleri. Ücretler bahsi açılınca “daha az ekmek, daha az et yesinler” diyecek kadar açık bir sınıf kibri, saldırganlığıyla konuşabilmektedir.
Ama sonrasını biliyoruz.
İşçi sınıfı ve emekçi halk kesimleri sömürünün bu en kaba, en dizginsiz biçimlerine karşı dişe diş mücadelelerle pratikte olduğu kadar dilde de ciddi değişiklikler yarattılar sonrasında. Sömürüyü belli kurallara bağladıkları gibi, burjuvazinin o çıplak, kaba dilini de “ince”, altını kazımadıkça anlaşılamayacak kavramlarla süslemek zorunda bıraktılar. Sınıf mücadelesi geliştikçe bu böyle sürgit devam etti. Dönemlere, burjuvazinin birikim modellerine göre en vahşi sömürüyü bile gizleyecek, kavramlar dünyasıyla emekçinin yaşadığı gerçek arasındaki açıyı daha da büyütecek bir ustalaşma sürüp gitti. Düşünsenize işçinin en kaba şekilde sömürüldüğü temizlik hizmetlerini “zemin temizleme uzmanlığı” gibi şatafatlı bir isimle taltif ederek duygusal bir köprü kuracak kadar incelmiş, çeşitlenmiş bir kavramsal dağarcık yarattılar!
Fakat artık bu noktada da bir kabızlık sorunu yaşıyor burjuvazi ve ideologları. Son 40 yıldır o neoliberal tekerlemeler bizzat hayat tarafından ıskartaya çıkarıldığı, küflendiği halde başka kavramlar da üretemiyor, döne döne aynı yere geliyorlar. Çünkü yapısal krizin derinliği eskisi gibi kendisini yeniden üretme esnekliğini, kıvraklığını elinden almış durumda. O yüzden naftalinlenmeleri de güvelenmelerine yetmeyen o bildiğimiz kavramları, dolayısıyla hayattaki gerçek karşılığıyla sömürü modellerini her defasında yeni bir şeymiş gibi sunmakla bile kendileri açısından vahim bir tıkanmanın yaşandığını ele veriyorlar.
2008’de iflası tescillenmiş olan neoliberal birikim modeli, dolayısıyla bu modeli ifade eden kavramlar temcit pilavı gibi ısıtılıp emekçilerin önüne sunuluyor, başka çaresi de yok.
Şimşek’in en sık tekrarladığı “iç talebin baskılanması” ya da “kamusal harcamalarda kesintiye gidilmesi”nde olduğu gibi. İç talebin baskılanmasının ücretlerin daha alta çekilmesi, emekçilerin aza kanaat getirmesi, gerekirse kârın topluğuna çalışmaya şükretmeleri anlamına geldiğini her gün yaşayan emekçi, burjuva manipülasyon aygıtları eliyle bunun kendi lehine bir şey olduğu yanılsamasına kapılabiliyor. Öyle ya, sabrederse refaha erecektir, önce acı ilacı içmek zorunda ki iyileşebilsin!
Önümüz Temmuz.
Asgari ücrete, emekçi aylıklarına, genel olarak ücretlere mevcut enflasyon karşısında zam yapılmasının zaruri olduğunu, İTO’nun enflasyon verileri bile alenen ortaya koyuyor. Ama Şimşek, dolayısıyla sermayenin bilcümle tüm kesimleri “zam yaparsak batarız” tekerlemesine “iç talebi baskılayalım” ekini ekliyorlar. Yani “zam yok, siz az tüketin, bu parayla sadece kemerinizi değil, midenizi de kelepçeleyin” demek istiyorlar. “Barınma, eğitim, sağlık gibi kamusal ihtiyaçlara ulaşmanız giderek güçleşecek, buna da kendi yöntemlerinizle çare bulun…”
Ama bu işin o kadar kolay olmadığını orada burada süren işçi direnişlerinden, toplu sözleşme görüşmelerinde dayatılan sefaleti reddederek başlayan grevlerden görüyoruz. Mücadeleci sendikaların “Temmuz’da Zam Şart” diyerek başlattıkları ve emekçilere neyin dayatıldığını toplumsal gündem haline getirerek birleşik bir mücadele zemini-odağı yaratma çabasının ifadesi olan kampanya, tam da bu noktada büyütülmeyi bekliyor.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın en temel ihtiyaçlardan olan eğitimin ticarileştirilmesinin sonuçlarını bire bir yaşayan öğretmenlere iş güvencesi, taban maaşın ÖMK’yla TBMM’de güvence altına alınması, toplu sözleşme yapacak haklar elde etmek için başlattıkları ve büyüyen direniş, Temmuz’da Zam Şart gerçeği için çok önemli bir odak vasfı taşıyor.
Dahası emekçiler hangi kavramlarla yanıltılmaya çalışılırsa çalışsınlar yaşamı o kavramlar değil günlük olarak her gün deneyimledikleri gerçekler belirliyor. İşçi sınıfı öbek öbek bu gerçeklerle harekete geçiyor.
9’uncu yargı paketi, o pakette ekonomiden siyasete iktidarın pratiklerini eleştiren, yorum yapan hemen tüm muhalif kesimlerin “etki ajanı” kapsamına alınacağı tartışmalarıyla verilmek istenen gözdağları, tutuklamalar, ev baskınları bu gerçekten duyulan korkudandır. Yumuşama-normalleşme tiyatroları da öyle, gelmekte olan karşısında burjuvazinin kolektif uzlaşmasıdır! Gelmekte olanı yakınlaştırıp güçlendirme zamanıdır!