Bu yazıyı ana muhalefet ve onu savunan medyayı uyarmak maksadıyla yazdım. Çünkü onlar “etki ajanlığı” yasasını iç politikaya dönük “yeni bir baskı” amacıyla açıklıyorlar. İktidarın “iç politikayla” ilgili yeni bir baskı kanuna kesinlikle ihtiyacı yoktur. Rejimin kendisi bir baskı rejimidir. Elinde Anayasal, yasal, idari her türlü baskı yasası ve yönetmeliği bulunuyor. Kaldı ki bu rejim bu anti-demokratik hukuka bile aldırmıyor, kendi Anayasasını, Anayasa Mahkemesi kararlarını ve geçerli Anayasa’dan bile daha bağlayıcı uluslararası anlaşmaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını bile tanımıyor. Rejim yargı üstünde egemendir, Saray’dan fısıltıyla verilen talimatla yargı suç olmayan fiili anında suç haline dönüştürüyor. Hapishaneler böyle icat edilmiş suçlar yüzünden tıklım tıklım dolu.
İcat edilen suçlar “terörizm” yaftasıyla meşrulaştırılıyor. Kürtler ve Gülencilerden sonra şimdi CHP bile “terörizm” suçlamasıyla karşı karşıyadır.
“Terörizm” suçlaması doğrudan iç politikayla ilgili bir suçlamadır. PKK’ye karşı savaş Türkiye’nin iç meselesidir ve iktidar PKK’ye karşı askeri savaşın yanında “terörizm” suçlamasıyla çözüm ve iç barış isteyen halka, basına, akademiye karşı “psikolojik savaş” yürütüyor. Terörizm psikolojik savaş terimidir. Devlete karşı “silahlı ayaklanmayı” geçmişte idamla ve şimdi ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandıran devletin, bu yeterliyken “Terörle Mücadele Yasası” çıkarması, iç savaşıta silahsız halkı içine almak amacıyla çıkarılmıştır. Terörle mücadele silahlı örgüt mensubu olmayan, şiddet kullanmayan insanları hedef almış, hapisler PKK’lilerden kat ve kat fazla sivillerle doldurulmuştur. “Komşun ve hatta ailenden birisi terörist olabilir” korkusu yaratılarak insanların birbirlerini ihbar ettiği psikolojik histeri yaratılmıştır.
O halde bu “etki ajanlığı yasası” neden çıkarılmak istenmektedir?
Bunu anlamak için “etki ajanlığı” yasasının son maddesine bakmak yeterlidir. Burada “etki ajanlığı” suçunun “savaş sırasında veya savaş hazırlıklarını tehlikeye sokması halinde ceza 8 yıldan 12 yıla kadar arttırılacaktır” deniyor.
Bu madde “casusluk suçunu” düzenleyen TCK 339’uncu maddeye eklenmiştir. “Etki ajanı” bu kanuna göre “casus” demektir.
Casusluk profesyonel bir meslektir ve kitlesel casusluk mümkün değildir. Bu yasa casusluk suçunu kitleleri hedef alacak biçimde genişletmeye yöneliktir.
Neden?
Çünkü iktidar NATO’nun ve İsrail’in baskısı altında Türkiye’yi İran’a karşı savaşa sürükleme hazırlığı içindedir. Savaşın Türkiye için taşıdığı olağanüstü tehlikelerin farkında olsa bile iktidar çok yönlü kriz koşullarında savaşın dışında kalamayacak kadar zayıflamıştır. Henüz savaş başlamadan İran’la savaşa yol açacak gerginlik başladığında, geniş halk kitlelerinin ABD ve İsrail safında savaşa girmeye şiddetle karşı çıkacağını da bilmektedir. O nedenle İsrail’e karşı söylemi, bu savaş hazırlığını kamufle etme amacı taşımaktadır. Ancak İran’la gerginlik savaş tehlikesini açıkça ortaya çıkardığı zaman bu kamuflaj hiçbir işe yaramayacaktır.
İşte bu yakın gelecekte ortaya çıkacak muhalefete karşı, iktidar “barış” isteyen, İsrail ve ABD’yle birlikte savaşa karşı çıkacak herkesi “etki ajanlığı” yani casuslukla suçlamak amacıyla bu yasayı çıkartmak istemektedir.
“Komşun, hatta kardeşin casus olabilir” algısı yabancı bir devletle savaşta kullanılan en etkili psikolojik savaş yöntemidir. İç politikada “terörist” yaftası savaş hazırlığı ve savaşta işe yaramaz. Savaşta en etkili psikolojik savaş, barış yanlılarını “casuslukla” suçlamaktır.
Şunu kimse unutmasın: Casusluk histerisi öylesine tehlikeli bir etkiye sahiptir ki, savaşın ilk adımında sıradan insanları etkisine alır ve sonunda oğul babayı, kardeş kardeşi, savaşa karşı barış dediklerinde casus sanmaya ve ihbar etmeye kalkar.
O halde muhalefet “etki ajanlığı” yasasını, ülkeyi kaosa sürükleyecek olan “savaşa hazırlık yasası” olarak görmelidir.
Yeni olan “iç politikada baskıyı arttırmak” değil, çünkü buna ihtiyaç yok, savaşa karşı çıkışı doğmadan bastırmaktır.
“Terörist” suçlamasının çoktan cılkı çıktı.
“Casusluk” suçlaması ise bırakalım milliyetçi duygulara sahip olan sıradan insanları, vaktiyle devrimcileri bile yıldırmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’na iki yıl kala Sovyetler Birliği Komünist Partisi bile Nazi saldırısının eşiğinde muhaliflerin yıkıcı illegal faaliyetini “karşı devrimcilikle” değil, “casuslukla” suçladığı zaman, halk kitleleri önce şaşırmış, sonra “casusları” ihbar etmeye başlamış, onbinlerce insan bu ihbirlarla mahvolmuş, ardından da partide eleştiriler susmuş, ve sonunda halk siyasi yaşamdan uzaklaşmış ve bu olgu reel sosyalizmin karşı devrimde öz savunma gücünü felce uğratmıştır.
Eğer bu yıldırıcı yasayı önlemek için kuvvetli bir direniş gerçekleşmezse, Kürt halkının her türlü suçlama umurunda olmasa bile, “casusluk” histerisi Türk halkının üstüne ölü toprağı serecektir. Bunun sonucu barış diyenin casus savaş diyenin vatansever sayıldığı bir sosyal psikolojik ortamda vatanın kendisi tehlikeye girecektir.
Uyanık olalım.