Ali Ekber Kaypakkaya ile 18 Mayıs 1973’te işkence ile katledilen İbrahim Kaypakkaya’yı konuştuk
Hasan Akbaba
Türkiye devrim tarihinde ser verip sır vermeyen önder olarak hafızalara kazınan İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 48. yıl dönümü. Kaypakkaya, dönemin diğer Türk sosyalist ve komünist gruplarının aksine eylem ve görüşleriyle Kemalizm ile bağlarını koparmasının ardından, ulus-devlet ideolojisinin karşısında duran, azınlık hakları üzerine inşa ettiği kendi yolunu ve çizgisini ortaya çıkartmıştır. Bugün hâlâ devam etmekte olan Kürt sorunu için kendi çağının devrimcileri Doğu sorunu derken o “Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır” deme cesaretini göstermişti.
Dersim’de girdiği bir çatışmadan kaçarken ayakları donmak üzereyken yakalanan Kaypakkaya götürüldüğü hastanede parmakları kesilir. Diyarbakır’da dört ay süren sorgulama ve işkencelerden sonra 18 Mayıs 1973’te katledilir. Ölümü kayıtlara intihar olarak geçer. Bizler de katledilişinin yıl dönümünde kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya ile konuştuk.
Kaypakkaya’nın ideolojisini, fikirlerini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bir ideoloji formuna bürünmüş her şey ölüdür; katıdır. İbrahim’i, dönemindeki birçok sosyalist aydından, yazardan, eylemciden ayıran şey tam da burasıdır. “İbrahim’in ideolojisi” sözünden, bu nedenle imtina ediyorum. İbrahim’in düşüncesi ve yaşam pratiği, temel ilkelerin içi boş bir tekrarından ibaret değildir. Bir praksistir. Bu praksisin temeli, mevcut paradigmaca kuşatılmış kültürel ve siyasal ortamdan kopuş ve alternatif bir siyasi ve örgütsel yapı ve bu yapıya rehberlik edecek bir strateji oluşturmaktadır. Onun yazılarında ileri sürdüğü görüşe göre, egemen Kemalist ideolojinin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiği, bu nedenle, Kürt’e Kürt, Çerkes’e Çerkes, Ermeni’ye Ermeni, Rum’a Rum demenin zul sayıldığı bir ortamda, bir uluslar hapishanesine dönüştürülmüş Anadolu topraklarında özgürleşmenin önündeki engellere işaret etmiş; o dönemde birçoklarınca “feodalite ve Doğu sorunu” olarak ifade edilen şeyi milliyetler sorunu olarak ortaya koymuştur. Milliyetler sorunun ayrıntılı bir analizini yapan İbrahim, milli meselenin esasının Kürt sorunu olduğunu ifade etmiştir. Onun yazılarında önemle ele alınan konulardan biri Kemalizm tezleridir. Bu tezlere koşut olarak kurgulanan parti, devlet ve devrim sorunudur. İbrahim’in belirlemelerine göre, Kemalizm, kimilerince küçük burjuvazinin sol kanadı; kimilerince de, burjuva ve feodallerin henüz devlet aygıtına tam sahip olacak güce sahip olmadığı bir dönemde, (Marks’ın Louise Bonaparte’ın 18. Brumaire’i isimli kitabında dile getirdiği görüşlere atfen) görece özerk bir devlet bürokrasisinin (asker, sivil, aydın zümrenin oluşturduğu bir bürokratik yapının) “devlet eliyle milli burjuvazi yaratmaya” giriştiği bir dönemin ilerici bir ideolojisi olarak görülür. İbrahim bu görüşlere kökten karşı çıkar; Kemalizmin, İttihat ve Terakki artıklarından (komprador burjuvazi ve toprak ağalarının işbirliğiyle) oluşan hakim sınıfların ideolojisi olduğunu, dolayısıyla ezilen sınıfların bir müttefiki olarak asla kabul edilemeyeceğini vurgular. Bu temel üzerine kurguladığı “cephe, devrimin yolu ve parti” anlayışıyla dönemin sol hareketlerinden farklı bir teori ve pratiği sergiler.
Kaypakkaya yaşamı, katledilişi ve sonrasındaki devletin ona karşı tutumuna baktığımızda diğer dönem önderlerine göre bariz farklılıklar görebiliyoruz. Buna dayanarak Kaypakkaya için Türkiye solunun bir turnusolü diyebilir miyiz?
Bir önceki soruda, Kaypakkaya’nın düşüncesinin egemen sınıf paradigmasından köklü bir kopuşu ifade ettiğini belirtmiştim. Bir başka deyişle, egemen ideolojiye karşı, cepheden onun bütün argümanlarını alt etmek için karşı bir hamledir. Bu nedenle, İbrahim Kaypakkaya ve onun ileri sürdüğü tezler, egemen sınıflar için ayrı bir yere sahiptir. Yaşadığı dönemin MİT raporlarında ihtilalci Marksizmin Türkiye’ye uyarlanması olarak değerlendirilmiş, 1973 Ocak’ında yakalanmasının ardından işkencede katledilerek, izleri silinmeye çalışılmıştır. Bu yönüyle İbrahim’in düşünceleri ve yaşam pratiğine nereden bakıldığı, bunu yapan siyasi yapılanmanın niteliğiyle ilgili fikirler veren bir turnusol kağıdı işlevi elbette ki taşımaktadır. Ona göre sosyalist olmanın yolu, hakim ulus milliyetçiliğinin izlerini dünya görüşünüzden bütünüyle arındırmaktır. Bu pozisyonda değilseniz, elbette ki, İbrahim’den uzak durmaya tabii ki gayret edersiniz. Onu görmezden gelir, sanki hiç yaşamamış gibi davranırsınız. Birçoklarının yaptığı zaten bu.
68 kuşağına ait birçok devrimci önderin her sene yıl dönümlerinde mezarları başında kitlesel anmalar yapılırken Kaypakkaya’da devletin farklı bir tutumunu görmekteyiz. Bu duruma karşın neler söylemek istersiniz?
Hepimiz biliyoruz bir gerçek var: mızrağı neresinden sokarsanız sokun çuvala girmiyor, sığmıyor bir türlü. Çuvala sığmayan bir mızrak, egemenleri rahatsız ediyor. Mezarı başına kimse gelmesin, kimse onu hatırlamasın, anmasın istiyorlar. Belki ellerinden gelse otopsi yapıyoruz diye parçaladıkları cesedini dahi babama vermeyeceklerdi. Yapılmayan bir şey değil nihayetinde. Her yıl anma günlerinde İbrahim’in mezarının da bulunduğu köy mezarlığının önüne büyük barikatlar kurulur. Kimse girmesin, kimse ulaşamasın İbrahim’in mezarına diye. Ailesi olarak mezarlarımızı ziyaret ediyoruz diye yargılanırız, sorgulanırız sık sık. Sonuç olarak hiçbir insan hatadan, yanlıştan muaf değildir. Mutlaka onun görüşlerinde de yaşadıklarında da yaptığı yanlışlar, hatalar olmuştur. Olabilir. Ama o bizim en büyük ağabeyimiz, küçükken bize marşlar öğreten, bütün aile üyelerini boy sırasına geçirip bize hiçbir gerekçe yokken halaylar çektiren, üzüldüğümüzde sığındığımız, matraklıklarına güldüğümüz kahramanımız. O bizim için göklerde uçan bir kartaldır ve hep kartal olarak kalacak.
Kızılı mı seviyorsun?
Öncelikle aile yapınızdan ve abinizden bahsedebilir misiniz, abiniz nasıl bir insandı?
Çorum’un Karakaya köyünde yoksul bir aile. İbrahim ailenin ilk çocuğu olarak, resmi kayıtlara göre 1949 yılında dünyaya gelir. Okumayı seven, zeki bir çocuk. Hasanoğlan Öğretmen Okulu sınavlarını kazanan İbo, ilk sosyalist düşüncelerle burada tanışır. Yoksul bir ailenin çocuğu olmaktan kaynaklı mücadeleci kişilik yapısı, sosyalist düşüncelerle birleşince kararlı devrimci bir aşamaya ulaşır. “Yeşili Sevmiyorum” adlı bir makale yazar Hasanoğlan’da. Bu makale nedeniyle bir öğretmeni ile çatışır: “Kızılı mı seviyorsun” der İbo’ya. Kızılı sevmeye orada başlar.