12 Haziran günü, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bazı çalışanları Saraçhane’deki bina önünde bir basın toplantısı düzenledi. Epeyi yankı uyandırdı. Ne oluyor diye? 25 yıllık AKP iktidarında ilk kez sendikaların dışında çalışanlar, bir tartışmada taraf oluyorlar. Neyle ilgili? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki israf ve usulsüzlük iddialarıyla ilgili. Murat Kazanasmaz’ın okuduğu metinde “Kutsal gördüğümüz görevlerimizi, hiçbir bahaneye sığınmadan, gece gündüz demeden, aksatmadan, büyük bir azim ve titizlikle sürdürüyoruz. Fakat içinden geçmekte olduğumuz süreçte, hizmetlerimiz ve emeğimizin organize biçimde yıpratılmaya çalışıldığını üzülerek görüyoruz” vurgusu var. Organize denilen şey ne? Sayıştay tarafından düzenlenen raporların basın üzerinden aylar önce kamuoyuna yansıması ve Ekrem İmamoğlu’nun da gündemde tutması mı? Peki İmamoğlu işçileri mi suçluyor? Hayır… Sayıştay raporunda işçileri suçlayan bir şey var mı? Tam tersine; “İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hizmet ihaleleri kapsamında alt işverenler tarafından çalıştırılan işçilerin kıdem tazminatlarının hesaplanmadığını ve kıdem tazminatı karşılığının ayrılmadığı”na dikkat çekiliyor. Peki, işçiler neden üstüne alındı? Daha da ilginci, Kaznasmaz’ın okuduğu metindeki cümlelerin afişler haline getirilip 23 Haziran’dan iki gün önce İstanbul’un her tarafın asılması neyin nesi? Son söz? Sahi bu borç neden kaynaklı?
Hak-İş yürüyüşü ve emekçiler
Taşeron işçi olarak çalıştıkları Bolu Belediyesi’nde işten çıkarılan 97 işçinin geri alınması için Hak-İş’e bağlı Hizmetİş Sendikası üyeleri, Bolu’dan Ankara’daki CHP Genel Merkezine yürüdü. Hizmet-İş Genel Başkan Yardımcısı Halil Özdemir, Belediye Başkanı Özcan’ın seçim öncesi, belediyede çalışan işçileri işten çıkarmayacağını ve keyfi olarak yer değiştirme yapmayacağını noter huzurunda taahhüt ettiğini hatırlattı. Evrensel’e konuşan Belediye Başkan Yardımcısı İsa Özcan ise Tanju Özcan’ın adaylığını açıkladığı 19 Aralık’tan sonraki hiçbir işe alınmayı kabul etmeyeceğini taahhüt ettiğini hatırlattı. Bizce Bolu’nun yeni yönetimi doğru söylüyor. Ancak doğru haklı olsa bile ortada İşçilerin mağdur edilmesi durumu var. Ve bunu kabul etmek mümkün değil. Sonuçta olan emekçilere oluyor. Dolayısıyla Hak-İş ve Hizmet-İş Haklı. Ancak bu yürüyüş gerçekten işçiler işten atıldığı için yapıldığı izlenimi vermiyor. Neden? Öncelikle atılmalara karşı Ankara yürüyüşünü 23 Haziran öncesine denk getirmesi çok da masum bir yaklaşım olarak görünmüyor. Ayrıca, İşten atılma olur olmaz bir kamuoyu yaratmaya gidilmedi. Bir diğer şey, KHK’lerle atılan çalışanların 10 bine yakını Hak-İş üyesi idi. Onlar için ses çıkardığı duyuldu mu? Keza AKP iktidarı döneminde yaşanan sendikal hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişin, grevlerin yasaklanmasına ya da ertelenmesine, binlerce kamu çalışanının KHK’lerle işten atılması karşısında hiç sesi çıkmadı. Hak-İş bir sorun görmüyorsa, Türkiye neden Cenevre’deki ILO toplantısında sendikal hak ihlalleri ve baskılar nedeniyle en kötü 10 ülke arasına alındı? Son olarak CHP önünde, HDP ve CHP’li belediyeleri işçilere baskı yapmakla suçlarken, 179 belediye çalışanını kapı önüne koyan ve günlerdir eylemde olan MHP’li Aliağa Belediyesini hatırlamaması dikkat çekici… Sendikal hareket böyle yaklaşırsa her geçen gün daha da küçülür
148 yıl geçti, grev yasağı sürüyor
29 Haziran sendikal hareketin tarihinde önemli bir dönemeç. Çoğumuz belki bilmeyiz. 1871’de dünyanın ilk sendikacılık yasası Birleşik Krallık Parlamentosu’nda onaylandı. Ancak bu onaylama söylendiği kadar kolay olmadı. İngiltere’de işçi sınıfı yüzyıllar süren çok zorlu mücadeleler ile bunu elde edebildi. İşçi sınıfının birkaç kuşak bulan bu yürüyüşü oldukça zorlu geçti. Emekçilerin hakları uğruna binlerce işçinin canı pahasına elde edildi. İngiliz sendikal hareketini temsil eden Sendikal Konfederasyon’un (TUC) güçlenmesine ve siyasal gücünün artmasına büyük destek sağladı. Dönemin şartları içinde dev bir adıma tekabül eden bu kazanımı, 1875 ve 1876 yıllarındaki yasal düzenlemeler ile sendikaların hukuki statülerinin güçlenmesini sağlayan yeni düzenlemeler izledi. Sendikalar bu düzenlemeler ile tüzel kişilik hakkını, grev hak ve hürriyetini kazanmışlardı. 1871 Sendika Yasası, sendikalara “friendly society” statüsü verdi, 1875’te ek olarak Suç Kanunu Yasa Değişikliği ile sendikaların ticari faaliyetleri üzerindeki yasal sınırlamalar tanımlandı. Aradan tam 148 yıl geçti. Ancak sendikal hareket, hala Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede sendikal hakların güvenceye alınması ve sendikal hak ve özgürlüklerin korunması için bedel ödemeye devam ediyor