Bu yangınlarla ortaya çıkan hakikat İbrahim’in ateşine kor olanlar gibi, bir de ateşe İbrahim’in karıncası olmak var. Kıblemizi halkımıza çevirip, karıncanın ağzındaki su damlası kadar bile olsa yönümüz ve tarafımız net olmalı
Çimen Zeyrek
Nemrut’un cehenneminden ateşler yükselip Kürdün evine ve toprağına düştü. Harlanan ateş Kürdün bağrını 17 yerden dağladı, varlık savaşı verdiği her coğrafyada boynuna ateşten urgan geçirilen Kürtler… Statüsüzlüğün trajik bir tablosu olsa, Kürdün çektiklerinden daha muazzam bir tablo çıkamazdı. Amed ve Mêrdîn’de çıkan yangınlara, yangın süresi boyunca devlet varlığını göstermeden halkı tek başına kadersizliğine terk etmiştir. Kürt halkı herhangi bir felaket yaşadığında, devlet ve devletin etrafında yedeklenmiş olan güçler topyekûn sessiz kalıp hak görme ve üstenci davranış göstererek zayıf ve eksik kaldıkları bu tutarsız refleksle zamanı bahane edip mekanı ve orada yaşayanları cezalandırmıştır. Devletin Kürtlere karşı bilinçli geliştirdiği hastalıklı sendrom nitekim halkın bir kesiminde ahlaksızlıkla kendini gösteriyor. Van depreminde beddua eden, Kürdü yok etme eylemlerine Fetih süresi ile uğurlanan askerler, kardeş halklar dediğimiz halklar film izler gibi tepkisiz kalmıştır. Onurlu ve vicdanlı Kürdün ahh çektiği, tek hakikat olan ve kendini her yönü ile yönetmekten muaf bırakılan bu halkın nasıl öldürüldüğü yangın felaketinde bir kez daha açığa çıkmıştır.
Varlık savaşı verilen bu ülkede, hür ve bağımsız bir yönetim olmadığından, kendi kendini yönetme ve tayin hakkı verilmediğinden, Kürtler maalesef ki her gün başka bir acı, başka bir dramla sınanıyor. Tahir Elçi’yi öldüren bu gerçeklik dünya döndükçe o gün ki HDP eş başkanı sayın Selahattin Demirtaş’ın akıttığı gözyaşları ile birlikte haykırışı da aynı statüsüzlük ve serzeniştir. Tahir Elçi’yi öldüren bu gerçeklik her gün başka bir gerçek ve başka bir refleksle Kürt halkına hakikati tokat gibi indiriyor.
1920’den bu yana Dersim, Şeyh Said, Ağrı, Sivas, Maraş, Diyadin, Van ve niceleri…
Bu katliamı yapanlar yani devlet bununla beraber yüz yıldır Hamidiye Alayları’nın lanetini bu halkın iliklerine kadar işletmeye devam ediyor.
Nasıl ki Osmanlı devleti Hamidiye Alayları’nı kurarak beş bin yıllık kardeş halkların birbirini boğazlayıp yok etme noktasında Kürtleri kullanıp aynı kardeşi menfi çıkarları yüzünden öldürtüp yok ettiyse… Cumhuriyetten günümüze kadar, devletin bu katliamlarına ortak olan ve devletin kadroları haline gelen bu Kürt ailelerine nereye ve ne zamana kadar taviz vereceğiz? Bölge cayır cayır yanarken insanlar, doğa ve hayvanlar diri diri yanarken, sözüm ona devletin başındaki Kürtler neden sessiz kaldı? Devletin içinde konumlanmış Kürtlerin sessiz kalmalarında Hamidiye Alayları’na biçilen rol ile ne kadar benzer olduklarını gör ey halkım..!!
Geç gelen adalet adalet olmadığı gibi her şey küle döndükten sonra gelenler de bu işin failleridir. İşte tam da buradan yola çıkarak akşam saatlerinde 17 ayrı noktada yangın çıkışının tesadüf olmadığını, sistemli ve organize bir şekilde yapıldığının hissiyatına kapılmamak mümkün değil. Görünen o ki devlet bu yangınla avaz yakan çığlıklara karşılık vermeden, Kürtler için hiçbir zaman olmayan varlığını bir kez daha somut bir şekilde tepkisiz kalarak saklamıştır. Varlık göstermeyip daha sonra iskelet alacak olan Kürt halkına karşı zorunlu göç stratejisini hayata geçirip, mevcut olanı değiştirip bu yangınlarla, alan boşaltma işlemi uygulamasının ön görüsü ile Kürdün direngenliğinin nabız yoklamasını alıyor. 90’larda ve öncesinde yaptığı ve uyguladığı bütün zulüm ve baskılara rağmen Kürtler yurdunu terk etmedi. Bu yangınlarla görünen o ki doğal bir yangın olmanın ötesinde yapay bir yangın, aynı zaman zarfı için belirli noktalarda çıkan bu yangılar, yeni bir asimilasyon ve yok etme planının ilk adımı ve başlangıcıdır!
Çok uzak bir tarihe gitmeden 31 Mart seçimlerinden beri süre gelen ve Kürtler üzerinde oynanan oyunlar yavaş yavaş anlamını ve amacını ortaya net bir şekilde koyuyor. Kürtler üzerinde kirli oyunlar oynanıyor, önce Van sonra Hakkari ve şimdi de sistematik olarak Amed ve Mêrdîn’de çıkan 17 yangın; bunu neyle ve nasıl ifade edeceğiz? Kürt nefretinin sistematik olarak geliştirildiğini planlı çıkartılan bu yangınlarda, devletin uzak kalıp sessizlik maskesinin altında gizlediği tutumlara yabancı değiliz.
Tıpkı geçen seneki Şubat depreminde olduğu gibi, deprem felaketinde halkın karınca kararınca gönderilen yardımlarına el koyan bu sistem, böylesi büyük bir yangına helikopter göndermeyerek yakın tarihte yapacaklarının ön bir fragmanını gösterdi.
Sizi öldüren ve yönetimden eksik bırakan olgu bazen kemiklerinizi bir torbada ya da bir kutuda, cesedinizi 7 gün sokakta bırakan ve derin dondurucuda bozulmasın diye saklanan bedenlerin bir başka versiyonunu burada görüyoruz, siz ateşler altında cayır cayır yanıp küle döndükten sonra “Cinayet mahalline dönen katil gibi.”
Acı ve dramlarımızdan bu denli güçlü beslenen bu mekanizma ve yapıdan vicdan ve merhamet bekleyerek kendimize en büyük ihaneti yapmış olacağız.
Tam da burada yeniden daha güçlü başlayıp, özgürlüğü halı motifi gibi ilmek ilmek işleyerek, adım adım özgürlüğe doğru yol almalı.
Bu yangınlarla ortaya çıkan hakikat İbrahim’in ateşine kor olanlar gibi, bir de ateşe İbrahim’in karıncası olmak var. Kıblemizi halkımıza çevirip, karıncanın ağzındaki su damlası kadar bile olsa yönümüz ve tarafımız net olmalı.
Taşıdığı su ile vicdanları bileyen karınca misali tarafını güneşin aydınlık yönünden alan, 45 yıldır Kürt özgürlüğü ve statükosu için zindanlarda, dışarda ve parlamentoda mücadelesini ortaya koyarak, her yerde ve her zaman daha güçlü eylemlerle korumalıyız… Kemiği ete büründüren, kendinden, öz yaşamından vazgeçmiş, kendisini halkına adamış nice güzel insanların özgürlük yürüyüşünde bir çakıl taşı olmak…
İbrahim’in ateşine taşıdığı su ile gücünü küçümsemeyip tarafını gökyüzü gibi seren her bireye saygımız sonsuzdur.
Tam da burada Bilge İnsan’ın Özgürlük Sosyolojisi’nde belirttiği gibi;
Yolun düşmanı tanıma ve tahlil etmede geçtiği, bunun bizim mücadelemizde özgürlük imkanını elde etmek için özgürlük hakkını, özgürlük şansını ve yaşam şansını iyi anlamamız ve anlatmamız gerekir.
Özgürlüğümüz ve kendi yönetim hakkımız için bu tür afetlerden ders alarak, halkımız için daha sağlam ve güçlü adımlarla yarınlarımıza topyekûn seferber olmalıyız.