Evet “can” Hüseyin öldü ama Hüseyin’in öldürülmesine seyirci kalan devlet, işkenceciler, onursuz köy korucuları ve de satılmış kontrgerilla, ölülerine “şehit” diyorlar. Lanet olsun! O adamlar kutsal şehitliği rezil ettiler. Onun için ben, Hüseyin bunlara karışmasın diye, “öldü” dedim. Aslında bizim Hüseyin “Kerbela şehidi” Hüseyin’den aşağı değildir.
Oğlum Hüseyin, ben sana “öldün” diyemiyorum. Ölümün bana o kadar ağır geliyor ki, sanki “öldün” desem, seni öldürmüşüm gibi geliyor bana.
Ama üzülme yavrum, “ez xalê te me” (Ben senin dayınım) sağ kaldığım müddetçe senin de yerine yazarım. Yok eğer beni de öldürürlerse, sana kavuşurum ki, bu kavuşma en güzel kavuşma olur.
Mevlana Celalettin-i Rumi’nin ölüm gecesini sevenler (Allah ile kavuşma manasında) “şebb-i aruz” yani “zifaf gecesi” kabul etmişlerdir. Tevfik Fikret, oğlu Haluk için “Haluk’un Defteri”ni yazmış… Recaizade Ekrem, ölen oğlu Necat için mersiye yazmış… Büyük Kürt şairi Cegerxwîn, ölen oğlu Cemşit için destan yazmış…
Oğlum Hüseyin, mutlaka ben de senin için yazacağım.
Recaizade Ekrem, ölen sevgili oğlu Necat için şöyle diyor:
“Öpülmeye değilmezken o nazik tenin,
Acep ne haldedir şimdi o narin bedenin…”
Cegerxwîn de sevgili oğlu Cemşid için şöyle der:
“Şev çû ma tu êdî hew tê lo
ez ranazim ma kengê bê te xew tê lo”
Yavrum Hüseyin, benim acım Recaizade Ekrem ve Cegerxwîn’in toplamıdır.
Senin bana bazen içtenlikle itirazların vardı. Şimdi diyebilirsin ki, “Peki dayı, değmez miyim yani?” Değersin oğlum değersin. Eksik bile.
Oğlum Hüseyin, Ez têm axa te lawo (Senin toprağını öpeyim).
———————-
13 Ağustos 1992