Daha ilk sandıkların açılmasıyla birlikte demokrasi güçleri Anadolu Ajansı (AA) eliyle AKP iktidarının manipülasyonuyla karşı karşıya kaldılar. Bu tutum AKP iktidarının yeni baştan oluşturduğu kurumların “devletin” kurumlarının önüne geçtiğini göstermeye yetmiştir. Zaten AA, seçimden birkaç gün önce RTE’nin yüzde 53 aldığını ilan etmişti. Sonuçlar, AKP’nin “kurumlarına” karşı tüm olanaklarıyla karşı duran en önemli gücün Kürt halkı olduğu da bir kez daha görüldü. En başta söyleyelim. Kürt halkı sadece demokrasinin temel güvencesi olduğunu daha göstermiş olmakla kalmadı, aynı zamanda Fırat’ın batısında ve tüm Ortadoğu’da başta Türk halkı olmak üzere tüm halkların temel dostu ve dayanağı olduğunu da gösterdi. Bu seçimlerde altı çizilmesi gereken temel noktalardan birincisi bu olmuştur.
İkinci önemli konu; “AKP kurumları” ve “derin-karanlık” güçlerin müttefikliğinde Kürt halkını ve demokrasi güçlerini legal siyasetten uzaklaştırmak için HDP’yi “baraj altında” bırakma çabalarıydı. Bu politika da her türlü zorbalığa, provokasyona rağmen tutmadı. Kürt halkına uygulanan çağdışı baskılara ve HDP’ye uygulanan politik soykırıma rağmen demokrasi güçleri pes etmemiş, mücadele meşalesini yükseltmiştir. Kürtler bu seçimde etkili bir direnç noktası ve demokrasinin geleceğini belirleyecek temel güç olduklarını göstermişlerdir. En önemlisi Türk halkının özgür geleceğinin de Kürt gerçeğiyle kuracağı samimi ittifaka bağlı olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Zaten tarih bu gerçeğe tanıklık yaparak günümüze gelmiştir.
Türkler ve Kürtlerin tıpkı 1920’lerdeki sürece benzer demokratik kalkışma sürecinden geçtiği aşikârdır. O nedenle bir kez daha “Kemalizm” de dahil olmak üzere, tüm özgürlükten yana olan güçlerin geleceğinin Kürt halkıyla kuracakları birliktelikten geçtiği anlaşılmıştır. Daha somut ifadeyle “devletin” demokratik, çoğulcu ve eşitlikçi bir konumda yeniden yapılanması gerektiğini isteyen Kemalist ve “mutaassıp” güçler Kürt halkının yeni konumlanmasını görmek zorundadır.
Unutmayalım: Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalizm’in zaafından dolayı tarih sahnesine çıkmış “Sağ partilerin” iktidar olmasına neden olan, dahası “ülkenin” demokratik basamağa yükselmesine engel olan “mutaassıp dayanağın” ancak Kürtlerin geliştirdiği “demokratik mutaassıp güçlerle” ilişki kurma zorunluluğu politikası sayesinde aşılabileceğini bu seçimler kanıtlamıştır. Ama CHP’nin bu konudan ders çıkarmadığı da görülmüştür. “Haçlı düşmanlığına” ve “Siyonizm”e dayanan politikalar bile gereği kadar Mutaassıp kesimden, özellikle Kürt dindarlarından destek görmemiştir. Başta “Cumhur ittifakı” olmak üzere Kürtleri dışlayan her türlü “ittifaklar”ın dağılmaya mahkûm olduğu ortadadır. En önemlisi “Kürt korkusu” gerekçe yapılarak kopyalanan AKP ve “derin yapıların” politikalarının en çok CHP’ye zarar verdiğinin gerçeğidir. Sahte pehlivanlar gibi nara atan, ama işin ciddiyeti anlaşılınca da “sahte pehlivanlar” gibi güreş alanını terk eden CHP’nin demokrasi mücadelesindeki tutumu sınanmış ve sınıfta kalınmıştır. Resmi kurumların kararı bile beklenilmeden “emrivaki” kararla “kazandık” açıklamalarının yapılmış olması Türkiye’nin demokrasi karnesini gösterdi. Bu açıklama, parlamentonun Kürt halkına kapalı kalacağını göstermeye yetmektedir. Daha da önemlisi parlamentonun CHP’ye de “kapatılacağına” dair göstergeleri artırmıştır.
Seçim sonucu ne olursa olsun AKP iktidarı ve onun dayandığı tüm güçler kaybetmiştir. Kürt halkı boyun eğmemiştir. AKP “hükümranlığı” için Kürt işbirlikçilerinin kullanılması bile sonuç vermemiştir. AKP iktidarının yürüttüğü çok amaçlı ve çok mevzili “milli gurur” politikasının ne olduğu Türkiye’deki demokrasi güçleri tarafından da görülmeye başlandı.
HDP’ye gelince: Kuşkusuz tüm zorluklara karşı HDP’nin Kürt halkından aldığı destekle barajı aşmış olması önemli bir kazanımdır. Ama gelinen aşamada AKP iktidarının takındığı politik tutumdan dolayı bu “kazanımın” büyük bir kıymeti kalmamıştır. Barajın aşılmış olması bile bir rahatlama yaratmamıştır. “Zafer çığlıkları” atmanın HDP’ye bir yararı olmayacaktır. “Hurralarla mücadele kazanılmaz.” Hele, hele “zafer” kutlamaları hiç yapılamaz. Hep “baskı altındayız, eşitsiz bir ortamda politika yapıyoruz, üyelerimiz tutuklanmış, ekonomik zorluklar içindeyiz…” gibi bilinen mağduriyet içeren nakaratların tekrarının bir yararı yoktur. Demokrasi ve özgürlük getirecek mücadele yöntemini yaratmak güncel demokratik görevdir, zorunluktur. Öne alınacak ilkeler ve yapılacak çalışmalar “partilerin” çıkarlarını çoktan aşmıştır. Yeni bir döneme girilmiştir.