Bakan Mehmet Şimşek, Dünya Bankası ile ‘yenilenebilir’ enerji bağlamında 895 milyon dolarlık kredi anlaşması yapıldığını açıkladı. İktidarın iklim kanunu hazırlığı sürerken, ‘yenilenebilir’ enerji, emisyon ticareti ve mineral madenciliği yeni vergiler ve yıkımları ortaya çıkaracak
Yusuf Gürsucu
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, cari açık ve dışa bağımlılığın azaltılması iddiasıyla ‘yenilenebilir’ enerji yatırımlarının ve üretimde verimliliğin önem taşıdığını belirterek, Dünya Bankası ile toplam tutarı 895,7 milyon euro olan kredi anlaşmasını imzaladııklarını açıkladı. Şimşek, yenilenebilir enerji yatırımlarının gelecek 10 yıla yayılması yerine 3 yılda gerçekleştirilmesi halinde cari açık ve dışa bağımlılığın azalacağına dikkati çekerek, finansman kaynağı konusunda Dünya Bankası’nın önemli bir paydaş olduğunu söyledi.
35 milyar dolar kredi
Dünya Bankası’nın Türkiye’ye 35 milyar dolarlık destek vermesini planladığını anımsatan Şimşek, söz konusu kaynağın deprem bölgesinin rehabilitasyonu ve yeşil dönüşüm başta olmak üzere reel sektörün yeni yatırımlarında kullanılabileceğini belirtti. Şimşek, bu kapsamda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve İller Bankası AŞ tarafından uygulanacak “Kamuda ve Belediyelerde Yenilenebilir Enerji Projesi” kapsamında Dünya Bankası’ndan 500 milyon euro tutarında finansman sağlanmasına ilişkin anlaşmaları imzaladıklarını bildirdi.
3,2 milyar dolarlık anlaşma
Ayrıca Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İller Bankası AŞ tarafından uygulanacak, “Su Döngüselliği ve Verimliliğinin Artırılması Projesi” için de Dünya Bankası’ndan 395,75 milyon euro tutarında finansman sağladıkları bilgisini veren Şimşek, “Bakanlıkların ve yerel yönetimlerin yenilenebilir enerji ve su verimliliğine ilişkin finansman ihtiyaçlarını karşılamada köprü görevi görüyoruz. Bu kapsamda Dünya Bankası ile toplam tutarı 895,7 milyon avro olan kredi anlaşması imzaladık. Bu kredilerin 570,75 milyon avrosu tahsisli, 325 milyon avrosu ise Hazine garantili. Dünya Bankası Türkiye için 35 milyar dolarlık mali paket sağlayacağını açıklamıştı. Bankadan gelen finansman tutarı imzaladığımız yeni anlaşmalarla şu an yaklaşık 3,2 milyar dolara ulaştı” dedi.
Eneri kimin için?
Diğer yandan Enerji Bakanlığı ‘yenilenebilir’ enerji bağlamında güneş ve rüzgar santrallerinin depolamalı yatırımlar için toplam 250 bin MW başvuru aldıklarını ve 15 bin MW’ına lisans verdiklerini açıklaması dikkat çekici. Türkiye’nin bugün itibariyle 105 bin MW enerji üretim kapasitesine karşın kapasitenin yüzde 50’sinin dahi kullanılamıyor olması bu yatırımlarla neyin amaçlandığını ve enerjinin kimin için üretildiği sorusu merak konusu durumunda. Dünya Bankası kredileri belirlenen işler kapsamında kullanılmasını gerektirirken, bu kredilerle açılacak ihalelerde yine havuz şirketlere servet aktarılması ise bir gerçek.
Suudilerle ortaklık
Türkiye ve Suudi Arabistan ile madencilik alanında işbirliği mutabakat zaptı imzalandı. Anlaşmanın elektrikli araçlar, güneş paneli gibi alanlarda yeni teknolojilerde ihtiyaç duyulan kritik madenlerle ilgili olduğu belirtildi. Ayrıca Suudi Arabistan’la 5 bin megavatlık hidrojen, GES ve RES’lere oluşturulacak bir kurula gücün hedeflendiği söylendi. Ayın duyuru yapıldığında ise Şirnex’te petrol üretimi için Kanadalı bir şirketle anlaşma yapıldığı duyuruldu. Çelişki gibi görülen iki anlaşma aslında sermaye devletinin çıkarlar uğruna hiçbir şeyden vazgeçmeyeceğini ortaya koyarken, Kurdistan coğrafyasının tamamında ve özellikle Şirnex ve Colomêrg ile Federe Kurdistan’da Kandil Dağları’nda hem petrol hem de mineral madenciliği için savaş politikalarını ortaya koyup yozlaşmış KDP ile ortaklık kurarak bu yağma sürecinin işletilmeye çalışıldığı hatırlanmalı.
İklim oyunları!
Meclis’in açılmasıyla birlikte acil gündem olarak belirlenen İklim Kanunu Meclis’te görüşülecek. Meclis Çevre Komisyonu Başkanı eski bakan Murat Kurum yaptığı açıklamada, “Yüce Meclis’imizin açılmasıyla önümüzdeki 100 yılı şekillendirecek bir çerçeveye sahip olacak İklim Kanunu’nu Çevre Komisyonumuzda görüştükten hemen sonra Meclis’imizin onayına sunacağız, Kazanan doğamız, başaran ülkemiz, sevinen insanımız olacak” diye belirtmişti. Oysa kanunun gündeme gelmesinin doğaya ya da insana bir yarar içermediği bilinmekte. Meclis’e acil koduyla getirilecek olan kanunun asıl nedeni, Avrupa Birliği (AB) sınırları içine gelen mallar için ‘Sınırda Karbon Vergisi’ uygulamasını 1 Ekim tarihinde yürürlüğe sokacak olması.
Sınırda karbon vergisi
İlk etapta demir-çelik, çimento, gübre, alüminyum ve elektrik gibi kalemlerde uygulanacağı, devamında ise vergi alanının kademeli olarak genişletilerek ve 2026 yılından itibaren gelen her şeyden vergi alıncağı bir dönem başlıyor. Yeni uygulamayla; ihracatçılar ülkelerinden ‘Sınırda Karbon Uygulaması Sertifikası’ almaları ve her yılın 31 Mayıs’ında, önceki sene AB’ye ihraç ettikleri ürünün tonu ve yarattıkları seragazı emisyonunu ibraz etmeleri gerekecek. Yani, teknik olarak AB’ye ihraçta bulunan tüm AB dışı ülkeler vergi sistemine tabi olacak. Araştırmalar, sera gazı emisyonunun ton başına 30€, 50€ ya da 70€ ile fiyatlandırılacak.
Tüm fatura halkın sırtına
2018 yılında Fransa’da Sarı Yelekliler’i sokağa taşıyan şey akaryakıt fiyatına eklenmek istenen ‘karbon vergisi’ idi. Halk, atmosferi kirletenlerin ödemesi gereken faturayı ödemeyeceklerini sokak eylemleriyle göstermişlerdi. AKP iktidarının iklim kanunu aşkını besleyen temel şeylerden birisi de sermayeye yüklenmesi gereken maliyetlerin halkın sırtına yıkılmasından başkaca bir şey değil. Türkiye’de sermaye AB’ye yapılan ihracatın vergisinin ödettirilmeyeceği, aksine ihracat desteklerini büyütüp bu vergiyi halkın cebinden topladıklarıyla sermayeye aktarılarak telafi edileceği beklenmeli.
Halka yeni vergi yüklenecek
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin desteği ile karbon salımının azaltılması konusunda Türkiye’de halkın eğilimini ölçen bi araştırma yayımlanmıştı. Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu ve Doç. Dr. Serda Selin Öztürk’ün yaptığı araştırmaya göre halk karbon vergisinden elde edilecek gelirin, ‘çevre koruma projelerine’ harcanırsa vergilenmeyi kabul edeceği bilgisi yer alırken, tüm dünyada olduğu gibi küresel iklim değişimini sermayenin çıkarına bağlama hedefi Türkiye’de de uygulanmakta.
Halk desteklermiş
Araştırmanın saha çalışması 12 ilde yürütülmüş ve iklim krizinin neden olacağı çevresel faktörleri bilen, 18 yaşından büyük 714 kişiyle görüşülmüş. Doç. Dr. Uyduranoğlu, “Türkiye’de vergi gelirlerinin yüzde 50’si tüketim vergilerinden oluştuğu için önyargı oluşabilir. Bu önyargıyı yıkmak için hükümetin kendini iyi anlatması, karbon vergisinin gelirinin iklim değişikliği ile mücadelenin hangi safhalarında nasıl harcanacağını aktarması gerekiyor. Vergi konusunda yapılan güven araştırmaları da toplumun güven eğiliminin bu yönde olduğunu ortaya koyuyor” diye açıklamalarda bulunmuştu. Akaryakıttan içtiğimiz suya, yediğimiz ekmeğe kadar her şeye yeni vergilerin getirileceği günlerin arefesindeyiz.
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)
İklim kriziyle mücadele etmek amacıyla olduğu iddia edilen, ‘Emisyon Ticaret Sistemi’ (ETS) ve karbon vergisi Avrupa Birliği’nin (AB) ‘karbon kaçağı’ ile mücadele planlarının temelini oluşturuyor. Karbon fiyatlandırması için tanımlanan iki farklı piyasa aracı olan karbon vergisi ve emisyon ticaret sistemi, halihazırda birçok ülkede uygulanıyor ve bu iki piyasa aracı birbirlerini tamamlayıcı nitelik taşırken, AB’nin çevre politikasının en temel ilkesi olan,’kirleten öder’ mekanizması ile tüm ülkelerde uygulamaya sokulmak istenen emsiyon ticareti yoluyla sermayeye yeni birikim alanları yaratılmakta.
Net sıfır emisyon!
Kapitalizm büyüyememe sorunu içinde debelenirken, içine düştüğü kriz onun için bir varlık-yokluk sorunudur. Kapitalizm, büyüyememe sorununu iklim sorunu üzerinden fırsata çevirip yeniden yüksek büyüme olanaklarını yaratmak istiyor. Emisyon ticareti bağlamında ortaya konan ‘net sıfır emisyon’ (NSE) kapitalizmin aşırı üretimlerini destekleyen bir özellik taşıyor. Üretimlerde herhangi bir geri çekilmenin ön görülmediği bu süreçte asıl yapılması gereken sermaye büyüme hedeflerinin terk edilmesi, sadece kullanım değeri üretecek olan bir sisteme geçişin (Sosyalizm) dışında iklim sorununa bir çare üretilemeyeceği gerçeği NSE ile örtülerek algı yaratılmaya ve sermayenin ortaya koyduğu politikalar ile halkların bu sürece yedeklenmesi amaçlanıyor.
Mineral madenciliği
Dünyada yaşanan ekolojik krizi ortaya çıkaran şey; aşırı üretim ve tüketimi sürdürmek amacıyla yürütülen maden, petrol ve enerji santrallerinin yarattığı yıkımlardır. Bu bağlamda gelişen küresel iklim değişmini ‘yenilenebilir’ enerji ile çözme iddiası gerçekleri yansıtmıyor.
Yenilenebilir enerji iddiasıyla girişilen elektrik üretimleri için rüzgar türbinleri ve güneş panelleri ile elektrikli araçlarının bugünkü enerji tüketim oranıyla kıyasladığında aynı miktarda enerji sağlamak için konvansiyonel üretimlere göre doğal yaşamı yıkıma uğratacak 10 kat daha fazla madenciliğe ihtiyaç var. Bu süreçte, 1 ton minerali elde etmek için yapılacak madencilikte, asla geri kazanılamayacak olan 2 bin ton toksik atık ortaya çıkmaktadır.
İndiyum ve lityum
Mevcut enerji üretiminin yerine ikame edilmek istenen ‘temiz enerji’ senaryolarına göre, önümüzdeki 10 yıl içinde neodimyum üretimi 28 milyon tona çıkmak zorunda.
Güneş panelleri üretimi için gerekli olan yarı iletkenlerin imalatında kullanılan indiyum madenciliğinin ise yüzde 8.000 artması gerekiyor. Elektrikli arabalar için kullanılan (GES ve RES üretimlerine depolama için gerekli olan hariç) lityum üretiminin yüzde 2.000’den fazla artmasına ihtiyaç var.
1 ton bakır elde etmek için 200 ton cevherin çıkarılması, taşınması, ezilmesi ve kimyasallarla işlenmesi gerekirken, 1 ton kobalt elementi elde etmek içinse yaklaşık 1.500 ton cevher kullanılır. 1 ton cevhere ulaşmak içinse 7 bin ton toprak kazılır. Yani 1 ton kobalt için 10 milyon ton toprağın yerin derinliklerinden yüzeye çıkarılıp ekosistemin yok edilmesi gerekmektedir.
Piyasa malı: Atmosfer!
Kapitalist birikim sürecinin bir parçası olarak oluşturulan karbon piyasaları, karmaşık bir şey olan iklim sorununu karbonun fiyatlandırılması yoluyla ölçülebilir bir şeye indirgeyerek çözülebileceğini iddia ederken, aslında yeni bir pazar yaratıldı ve bu pazar iklim zirveleri üzerinden tüm dünyaya dayatılmaya devam ediliyor. Bu yolla insanlığın ve yaşamın tüm bileşenlerinin temel elementlerinden biri olan temiz hava karbon ticareti yoluyla ticari bir meta haline getiriliyor. Bugüne kadar metalaştırılamamış ve yaşamın elinde kalan tek doğal müştereği atmosferimiz piyasalaşıyor.