ayşe düzkan
türkiye bir değişimin eşiğinde, yerel seçimlerle başlayan ve tarihteki her an gibi uzun süren bir sonun sonuna yaklaştık. vadesini bilemem ama çok zamanları kalmadı; gidiyorlar.
bunun köklü bir dönüşüm olmayacağını görmek zor değil. bu durum, sürecin oyuncularının niyetlerinden bağımsız, böyle bir dönüşümü mümkün kılacak iradenin ve koşulların bulunmamasıyla ilgili.
ama bir restorasyonun hangi değişimleri içereceği, önemsiz olmadığı gibi sürecin oyuncularının kimler olacağından daha önemli.
örneğin kadın kurtuluş hareketi, seçim üzerinden ilerleyecek böyle bir sürecin oyuncuları arasında bulunmayacak, zaten bu türden mekanizmaları da yok. ama bahçeli’nin terimiyle “meral akşener’le pervin buldan’a aynı maskeyi taktıran” hareketin istanbul sözleşmesi’ne geri dönülmesi talebi yerine gelecek. (sözleşmenin nasıl uygulanacağı konusunda bir yol haritası çizmek ve hayata geçmesini takip etmek yine hareketin işi muhakkak ki.)
hem kürt hareketinin hem de sosyalist solun bu süreçte nasıl bir rol oynayacağından daha önemli olan nokta bence hangi talepleri topluma benimsetip gerçekleşmesinde ısrarlı olacakları.
diğer yandan, kısa vadeli taleplerle uzun vadeli hedefler arasındaki farkı, açıyı fark edebilmemiz, ikisini ayrı ayrı formüle etmemiz gerekiyor.
bu ülkede ve dünyanın her yerinde halk için uzun vadeli hedef, ücretli ücretsiz emek sömürüsünü ve bunların sonucu olan ayrımcılık ilişkilerini ortadan kaldıracak, sömürgeciliğe son verecek ve emperyalist sistemi dağıtacak devrimler silsilesi; bu hedefin uzun vadeli olması bir ertelemeye işaret etmez, mücadele sürecine işaret eder. ancak herhangi bir hedefe ulaşmak için, bu ihtiyacı tespit etmek ve söze dökmek yeterli değil, aynı zamanda güç biriktirmek; yani geniş kitleleri ikna etmek, edemediklerini en azından tarafsızlaştırmak, karşıda duranları güçsüzleştirmek ve tarihin çeşitli anlarında, sıçramaları mümkün kılan momentleri değerlendirmek gerek. tekrar edeyim, niyet yetmez.
bugün bunlardan hiçbiri yok. ve imkânsız’a işaret etmek çoğu zaman hiçbir şey gerçekleştirmemek sonucunu veriyor.
diğer yandan tarih geriye sarılacak bir film değil; değişim sonrası türkiye, akp öncesindeki türkiye olmayacak. akp kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdı, devletin, ordunun yapısını değiştirdi, toplumu dinselleştirdi, yeni bir emek rejimi getirdi, kadınları eve kapatmayı, lgbti+ varoluşu gayrımeşrulaştırmayı denedi, birçok hakkı gasp etti, kürt meselesini çözmediği gibi ağırlaştırdı, başka ülkelere karşı, yayılmacı, emperyal politikalar izledi. bütün bunlar çok köklü bir değişime işaret ediyor, bir hükümetin kendine has uygulamalarından değil, cumhuriyet tarihinde yeni bir rejimden söz ediyoruz! dolayısıyla hükümet eden partinin/partilerin değişmesiyle içinden çıkılacak bir mesele değil; ciddi bir program gerekiyor.
o programda yer alacak maddelerin neler olacağı bence kimin seçimleri kimlerle ittifak içinde karşılayacağından çok daha belirleyici bir şey. o programın hayata geçirilip geçirilmeyeceğinin sigortası tabii ki meclis’in içindeki/dışındaki muhalif güçler ama taleplerin temsili, siyasal güçlerin temsilinden çok daha önemli. örneğin demokrasiyle ilgili çerçeve parlamenter sisteme dönülmesiyle mi sınırlı olacak yoksa siyasal esirlerin serbest bırakılması da gündeme gelecek mi? örneğin program demokrasiyle mi sınırlı kalacak yoksa emek rejimiyle ilgili de bir dönüşüm hedefleniyor mu? örneğin istanbul sözleşmesi’ne imza atılıp geçilecek ve lgbti+ şeytanlaştırılması sürecek mi yoksa sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili kadın ve lgbti+ hareketinin önerilerine kulak verilecek mi? örneğin “milli çıkarlar” falan denip savaşa ve işgale devam mı?
halkın gündeminde solun birliği ve ittifak politikaları yok, iş, ekmek, hürriyet, barış ve adalet var, halkın birliği bu talepleri birleştiren bir program ve talepler manzumesiyle mümkün; bu ülkeyi yönetmeye her kim talipse ona dayatılacak talepler manzumesiyle. komünistlerin yönetmeye değil, yıkıp birlikte yeniden kurmaya talip olduğunu unutmadan.
şunu da hatırlatmak isterim. türkiye’yi bekleyen değişimin yolu bir biçimde seçimden ve meclis’ten geçecek. bu gerçeği küçümsemek söz sahibinin kendisiyle ilgili bir şey -tavizsiz, korkusuz bir devrimci olduğunu- söylemek anlamına geliyor. oysa siyaset halkla ve ülkeyle ilgili konuşmayı gerektiriyor.
bugünkü iktidarın miyadının seçmen ve halk nezdinde de dolduğuna şüphe yok. o yüzden halkın taleplerinin muhatabı artık muhalefet; bu, seçimlere yönelik bağımsız bir stratejinin de temelini oluşturur. türkiye gerçekten ikiden büyük; iki kutuplu siyaseti aşmanın da birden fazla yolu olabilir.