Özgür Amed
Bugün Türkiye’de hakikat, hakikatsizliğin hizmetindedir. Bunu gündelik yaşam pratiklerinden tutalım bürokratik tahayyüllerin en üst suretine kadar görmek mümkün.
Vasatlığın kıyısında iktidar olarak hayat bulan siyasi akıl, rasyonaliteyi imha ettiğinden; siyaseten, ahlaken elle tutulur tek bir şey kalmadı dersek teşbihte hata olmaz. Olgularla oynandığı için sakat algıların içindeyiz. Çürüme, yozlaşma ve çöküş gibi tanımlar artık karşılamıyor ifade edilmek istenenleri. Böylesi bir iklimde derin devlet, savaşa dayalı varoluş, paramiliter güçler ve darbe mekaniğinin yönetim şekli haline gelmesi haliyle tesadüf değildir.
Türkiye’deki sorunlar silsilesi, sebep-sonuç ilişkisinden bakılınca şüphesiz çok katmanlıdır. Egemenin bir tavır, boşluk yaratma hali ve topyekûn sessizleştirme siyaseti olarak meriyete soktuğu tecridi de kesinlikle katman içinde katmanlı bir yapı olarak görmek gerekiyor.
28 Mayıs günü İstanbul’da ÖHD, TOHAV ve İHD öncülüğünde yapılan ‘Tecrit Siyasetine Karşı Barış Hakkı’ konferansı tam da tecridin bu katmanlı yapısını bilince çıkarma üzerine yapılmış önemli bir çalışma idi. Gün boyu süren, 150 kişi ile sınırlı ve geniş bir skalada katılımcıların olduğu konferans, tecrit rejimine ve rejimin yansımaları olarak da okunabilecek hapishaneler ve infaz düzenlemelerindeki kıyamete odaklanırken, sonuç metni ile de tüm bunların neden son bulması gerektiğine dair çerçeve net olarak çizildi.
Tecrit, hukuk, politika, ceza infaz siyaseti, umut hakkı ve sonuç olarak hukuki/siyasi olarak barış hakkı başlıklarında tartışmaların yürütüldüğü konferansa dair bir iki şey ifade etmek gerekirse:
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın açılış konuşması ve “Tecride karşı çıkışın üzerindeki tecridi kırmalıyız” tespiti ile başlayan konferans, uluslararası alandan sunumlar ve deneyimler aktarılarak sürdü.
Bunlardan biri de daha önce Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üyesi ve şu an 25 yıllık bir yargıç olan Siraj Desai’nin ANC ve Mandela deneyimini aktardığı sunumdu.
Mandela deneyimi, tecritten barışa geçen bir deneyim olduğu için son derece önemlidir.
Desai’nin sunumunda birkaç önemli nokta olduğunu düşünüyorum.
Bunu üç noktada toparlayabilirim;
-Diyalog ve barış mücadelelerinde sadece sınırları içinde olunan devlet değil, diğer başka devletler de buna karşıydı. Birleşik Krallık ve ABD’nin kendi süreçlerinde net tavır aldığını belirtti.
-Cezaevlerine erişim pazarlık konusu olamaz…
-Başta mahkeme alanları olmak üzere her yerin hukuki mücadele alanına çevrilmesi gerektiği ve tecrit gibi ağır rejimlerin kırılmasında uluslararası kampanyaların rolüne işaret etmesi çok önemliydi. Buna bağlı olarak ‘siyasi iradenin’ çözüm için olmazsa olmaz olduğu vurgusu öne çıktı bu anlatıda.
Tartışmalar içinde önemli bir başlık da ‘İncommunicado Hali’ne dairdi.
25 Mart 2021 tarihinden itibaren İmralı adasından hiçbir haber alınamayarak ‘incommunicado’ alıkoyma halinin oluştuğu AYM-CPT üzerinden örneklerle anlatıldı.
Bu mutlak iletişimsizlik halinin halihazırda dünyada örneği yok sanırım.
Konferans boyunca, özellikle hapishaneler ve yeni infaz uygulamalarına dair ifade edilenler ise Türkiye’deki hukuksal dönüşümü gözler önüne serdi.
Mevzuat ve yasaların allak bullak olduğu bu sürecin, dost düşman diyalektiğinde muhatabı ise Kürtler… Bu gerçek bugün sesli dillendirilmediği için mücadele yöntemleri de iktidarı sarsacak yerden gelişemiyor. Sunum yapan avukat Rengin Ergül’ün ‘hukukun sıfır noktası Kürtler, hukukun sıfır noktası tecrit’ tespitinin bu anlamda önemli olduğunu düşünüyorum.
Ahmet Türk, Tayip Temel ve Sinn Fein temsilcisinin barış siyasetine dair söylemleri konferansın finalini oluşturdu.
Temel’in “Kürt halkı, Kürt siyaseti ve demokratik siyaset asla Öcalan’dan vazgeçmeyecek. İmralı’daki tecridin ağırlaşması oradaki direniş halinden geliyor” şeklinde tespitleri oldu.
Barış olgusu, ne tümüyle savaş halinin ortadan kaldırılmasıdır ne de bir tarafın üstünlüğü altındaki istikrar ve savaşın olmaması halidir.
Gerçek bir barış, bu ilkeli koşullara dayanmadıkça anlam ifade etmez.
Açıklanan sonuç bildirgesinin konferansın ruhunu verdiğini düşünüyorum.
İyi özetlenmiş ve tecrit siyasetine dair net ifadelerin olduğu bir çerçeveye sahipti.
Bir kısmını buraya alıyorum:
“İmralı’da uygulanan bu ağır tecride karşı hukuksal ve siyasal açıdan itirazı yaygın ve daha kapsamlı hale getirmek gerekmektedir. Tecride karşı çıkışın üzerindeki tecridin de kırılması gerekir… Ölünceye kadar hapislik biçimindeki ağırlaştırılmış müebbet infaz rejimi AİHM kararları ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tavsiyeleri doğrultusunda sona erdirilmelidir. İmralı Hapishanesi kapatılmalı, İmralı tecrit sistemi ortadan kaldırılmalıdır. Kürt sorununun demokratik çözümü, toplumsal ayrışma üreten her soruna eşit-ortak yaşam temelinde yaklaşılması, ekonomik refah ve toplumsal adaleti hedefleyen bütünlüklü bir toplumsal barış projesinin hayata geçirilmesi ülkemiz açısından elzemdir.”
Sonuç olarak, tecrit nereye yönelmişse mücadeleyi de oradan kurmak gerektiği bir kez daha açığa çıktı. Tecrit adeta bir yangın olarak nerede hayata geçirilmişse gözleri ve tüm dikkati de oraya vermek gerekiyor. Çünkü tecritte ısrar savaş ve çözümsüzlükte ısrardır…
Tecride yaklaşım ve tecrit karşısındaki politik duruş ve tüm bunların sonucunda mutlak tecridin varlığı ancak mutlak bir ret ile mümkündür dedi konferans.