“İzmir’e suyu ben getirdim” diyor. El cevap: “Usta, buz da getirir misin?” “Bizim de pilaki vardı…” Bu iş bununla kalmaz, “karşıki masaya bizden bir yanarlı meyve yanında bir de 35’lik”e kadar uzar gider. Takkeli/çember sakallı imajı ile bildiğimiz bir partinin bile “Sülün Osman” ve “Penguen” videolarında sergileyerek hepimizi şaşırttığı ince zeka terörü bu (nitekim yasaklandı). Taksim Meydanı’nda polis tomasından valiye, oradan başbakana kadar önüne çıkanı zekasıyla dövmüş isyanın mizahı; Çarşı’nın, “davulcu Vedat”ın sivri dilinin doğal uzantıları… Kısacası, geçtiğimiz hafta iddianamesi yayınlanan “Gezi terörü.”
“Şaka mı yaptınız? Alın size şaka”, tadında bir iddianame. Savcılar hemen harekete geçmesin; sümmehaşa benim fikrim değil; Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri’nin Osman Kavala ile birlikte 15 sanatçı, yazar ve aydın hakkında ortaya atılan “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlamasına yaptığı yorum böyle: “Delilik… Türk yargısı şaka gibi.”
Şimdi “Eyyy Kati Piri” diye başlayacak nutukları duymaya başlamamız an meselesidir ama Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yle üyelik görüşmelerini askıya alma kararından, Reis yine atar yaptı diye vazgeçmeyecek; artık biliyoruz.
Haftanın diğer “hukuki şakaları” da ne mağdurları ne de toplumsal bellek ve vicdan sahibi yurttaşlar açısından hiç komik olmamaları hasebiyle altta kalır gibi değil. Barış imzacısı akademisyenlerin yargılamalarında yine hapis cezaları yağdırıldı. Cumhuriyet gazetesi davasında cezalar onaylandı; dört gazeteci yeniden hapsedilecek. Reina katliamı sanığının duruşmasında gizli celse (baş başa neler konuştular acaba?). 10 Ekim katliamı davasının gerekçeli kararında polis ve istihbarat kurumları hakkında ihmal ve suça iştirak verilerinin soruşturulmamasına karar veriliyor. Buna, haklar terminolojisinde “dokunulmazlık güvencesi vererek suçun tekrarına teşvik” deniyor. Benzer bir teşvik, İçişleri Bakanı’ndan cinsel tacizci polise geliyor. Aferin koçum, diyor özetle: sapıklığa, tacize, tecavüze devam; arkanda resmi makamlar var. Şahsen ben, epey bir zamandır bir malum mafyacı çete reisi ile İçişleri Bakanı’nın “söylev ve demeçleri”ni birbirine karıştırır oldum. Size de oluyor mu? Yaş ilerledikçe insan masaya ne ısmarlamış olduğunu bile karıştırıyor işte deyip geçelim…
“Her gölge, sonuçta bir ışığın çocuğudur” diyor Stefan Zweig. Kısa ömrüm boyunca toplum olarak üzerimize çöktüğüne tanık olduğum ikinci gölge şimdiki. Birincisi Kenan Evren’in gölgesiydi. Örgütlü emeğin ve devrimci gençliğin omuz omuza yükselttiği sosyalist devrim ışığının önüne dikilen 12 Eylül faşizminin çirkin silueti. Zamanımızın giderek büyüyen çirkin gölgesi ise Gezi direnişiyle yeniden parlayan ufkumuzun önüne dikilmiş; isyan ateşinin arzu edilmeyen semptomu; istenmeyen çocuğu… Siyaset terminolojisinde bu saydıklarıma “devrim” ve “karşı-devrim” deniyor.
Karşı-devrimin mizahı: Diyarbakır halkının ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ın hapiste hücresinin kapısında AKP gardiyanı “nah çıkarsın” diyor. Seçmen kitlesi de bunu komik buluyordur herhal; Recep İvedik karakterine gülebildiğine göre neden olmasın? Evet mizah yapıyorlar, şaka yapıyorlar. Kendileri yapıp kendileri gülüyorlar. “Saçma iddialarla” (Uluslararası Af Örgütü), “sahte iddialarla” (İnsan Hakları İzleme Örgütü) insan hak ve özgürlüklerine saldırarak, tehdit ederek şaka yapıyorlar; eğleniyorlar. Amaç, tıpkı 12 Eylül’ün sosyalizmi suç haline getirmesi gibi Gezi direnişini kriminalize etmek; toplantı, gösteri yürüyüşü ve protesto hakkını ilelebet gayrı-meşru kılmak.
Ama olmuyor işte. “Vermeyince mabut neylesin Mahmut” hesabı, Selahattin Demirtaş’ın kettle’ı bile olamıyorlar. En fazla kendi kendilerini, birbirlerini gıdıklıyorlar; mastürbasyonun sağlayabileceği o eksik kalmış hazdan ötesine bir türlü gidemiyorlar.
Yetmeyince, “elle taciz şakası” yapıyor sonra da mağdur kadına “terörö” falan deyip kendi aralarında eğleniyorlar yine. Uzatmaya ne hacet: Bu memlekette bunlara “eşek şakası” deniyor ve tadı çoktan kaçmış bulunuyor. Son gülen iyi güler.