Neredeyse herkesi kuşatan, hatta nadiren HDP sözcülerine bile bulaşan bir ezber haline geldi. Kısaca, şöyle özetleniyor: “Türkiye, Erdoğan rejimi yüzünden yatırımcılar için güvenilmez bir ülke oldu. Hukuk devletinin, demokrasinin olmadığı bir baskı atmosferine yatırımcılar gelmek istemiyor.” İlk bakışta, doğru gibi de görünüyor; uluslararası finans çevrelerinin Erdoğan karşıtı tutumu da bu varsayımı doğruluyor. Gitsin istiyorlar. En azından çok endişeliler! Hatta geçen gün şu finans kâhinlerinden biri, “Oyunu kurallarına göre oynayacak bir yeni hükümetin teveccüh göreceğini” açıkça söyledi, vs…
Yani, özetle, ‘yatırımcı’ diye birileri var ve bunlar, demokrasi istiyorlar. Ana fikir bu.
Neden?
Mesela bir ülkede, diyelim Türkiye’de, geçtim daha ileri yasaları, mevcut iş yasaları milimi milimine uygulandığında, kayıt dışı işçilik, taşeron, vs. sıfırlandığında, sosyal güvenlik tıkır tıkır işlediğinde, bütün işçiler canı istediği gibi örgütlendiğinde ve sendikalaşma oranı tavan yaptığında, yatırımcılar ellerinde para çantalarıyla Kapıkule’de kuyruğa mı girerler?
Mesela bir ülkede, diyelim Türkiye’de, hukuk her şeyin üstünde olduğunda, herhangi bir tesisin kurulması ekolojik açıdan ÇED’den daha etkin yollarla denetlendiğinde, canı isteyen canı istediği dereyi gasp edip canı istediği yerde maden kuyuları açamadığında, hukukun üstünlüğü gereği yurttaşlar ve mimarlar, sağlıkçılar her şeye maydanoz olduğunda; yatırımcılar, ellerini çırparak havalara mı uçarlar?
Mesela bir ülkede, diyelim Türkiye’de, milyonlarca insan, demokrasi icabı sokakları doldurarak sağlıkta, eğitimde özelleştirmeleri iptal ettirdiğinde, bu yatırımcı kardeşlerimiz “milli irade tecelli etti, n’apalım?” diye tevekkül mü gösterirler?
Kendi payıma mesela ben, kamyonla param olsa ve bir kamyon daha kazanmak için bir iş yapmaya niyetlensem, Çin gibi, Pakistan gibi köle havzaları orada dururken, niye ağzı olanın konuştuğu, kalemi olanın yazdığı, ayağı olanın sokağa çıkıp eylem yaptığı, herkesin hakkını hukukunu deli gibi sahiplendiği bir ülkeyi seçeyim? Yatırımcı mıyım salak mıyım yahu?
Basit mi düşünüyorum? Evet, öyle yapıyorum. Neoliberal küresel sermayenin demokrasi ve özgürlükler için deli olduğu, hukuk devleti olmayan yerlere adım atmak istemediği fikri bana biraz karışık geliyor.
Peki, niye sevmiyorlar Erdoğan rejimini o zaman? Demokrat olmadığı için mi?
Belki şöyle bir şey var ve bakın onu anlayabilirim. Küresel kapitalizmin aktörleri, keyfi davranan ve kendini sisteme dayatan bir rejimi sevmiyor olabilirler. Bunun demokrasiyle ilgisi yok ama. Birincisi, bu aktörler, bir yatırım yaparken ekonomi dışı ‘haraç’ biçimlerini sevmezler. Yolsuzluğu severler ama o da bir yere kadar. İş Somoza tarzı bir aile kumpanyasına dönüşerek iyice cıvıtırsa, iktidar gücü her şeyi etrafında yarattığı bir piranha kabilesine doğru akıtırsa, rahatsız olurlar. İkincisi, yine bu adamlar, yereldeki güçlerin “makul partner” kalıbından çıkarak megalomanlaşmasından, “ben her şeyi bilirim” havasına girmesinden hoşlanmazlar. O zaman işler karışır çünkü. Rejim, küresel sermaye döngüsünün en temel işleyiş kuralları konusunda “kargadan başka kuş tanımam” moduna girdiğinde büyük abiler rahatsız olur. Bu, rejimin yurttaşlarına uyguladığı baskı ve şiddetten değil, dengesiz davranışlardan duyulan bir rahatsızlıktır. Dünya denilen büyük rulet masasına para yatıran adamlar, senin benim azıcık cezaevinde kalmamızı değil, bu nereye çarpacağı belirsiz serseri mayın davranışını dert edinirler.
Sonuç olarak, kimsenin hukuk düzeni ya da demokrasi istediği filan yok. İş yürüsün istiyorlar. Bu kadar basit! Alttan alta verdikleri ve muhalefet partilerinin dilinde argümana dönüşen “bu rejimde yatırım yapamıyoruz” mesajı ise bir demokrasi mesajı filan değil, muhtemel bir yeni hükümete yönelik talep formu olarak düşünülebilir.
Olabilir. Tamam. Bunlar sürecin normalleridir biraz; muhalefet partilerinin buralardan yürümesi de kendi açılarından akıllıca görünebilir.
Bize bulaşmasın sadece. Mesele bu. Evimiz ayrı yolumuz ayrı ve öyle kalsın, mümkünse.