Çocukluğumuzda bize Xurésan’dan geldiğimiz söylenirdi. “Güneşin doğduğu yer, güneşin yurdu” anlamındaki bu yerin neresi olduğunu anladıktan sonra daha çok ilgi duymaya başladım ve kıt olanaklarla yaptığım araştırmalar sonucu atalarımızın on birinci yüzyıl sonları veya on ikinci yüzyıl başlarında Hazar Denizi’nin güney doğusunda Nişabur yakınlarındaki yaylalardan gelmiş oldukları sonucuna vardım. Ancak aşağıda adını vereceğim iki eser ve yazarları beni bu konuda şüpheye düşürdüler.
Sözlü tarihin yüz elli yıl kadarlık bir süreden sonra güvenilirliğini kaybedeceği, olayların daha çok efsaneler, destanlarla karıştırılarak anlatılacağı tarihçilerce söylendiğine göre bu konuyu araştırmacıların titiz ve zahmetli çabalarına bırakmak gerektiğine inandığım için kesin fikir açıklamayı gereksiz görüyorum.
Türkiye’nin özellikle İttihat ve Terakki döneminden itibaren başlayan milliyetçilik akımlarının etkisiyle Cumhuriyet’ten sonra ortaya attığı resmi tarih tezine göre Horasan, Orta Asya’da önemli bir bölgeyi kaplayan ve halkı Türk olan bir yerdir.
Tarih içinde Horasan, İran’ın doğu kısmı ile Afganistan ve Türkmenistan’ın da bir bölümünü içine alan geniş bir alandır. Ancak günümüzde Horasan İran’ın üç eyaletini oluşturan Hazar Denizi’nin güney ve güneydoğusundaki geniş alanın adıdır.
Son zamanlarda Horasan adı etrafında çok konuşulup yazılması, yukarıda sözünü ettiğimiz resmi tarih tezinin, o bölgeden geldiğini dile getiren Alevi Kürtlerin Türklüğünü iddia etmesi nedeniyledir.
Çok sevip saydığım iki değerli yazarımızın bu konuda ince eleyip sık dokudukları ve çok büyük zahmetlerle meydana getirdikleri iki kitaptan söz etmek istiyorum. Kırkı aşkın kitabıyla Ortadoğu ve Batı Asya halkları ve inançları üzerinde derin araştırmaları olan Faik Bulut ve KHK’lı Doç. Dr. Selim Temo’nun kitapları.
Faik Bulut’un Kor Yayınları’ndan çıkan “Horasan’dan Nasıl Geldik?- Alevilerin Yol Haritası” adlı kitabı Horasan’dan gelişi ve buradan oraya gidişi anlatmaktadır. Ancak bence o kitabı layıkıyla değerlendirebilmek için daha önce Berfin Yayınevi’nce yayınlanan “Horasan Kimin Yurdu” kitabını okumak gerekir.
Horasan Kimin Yurdu, daha çok Horasan’ın tarihini ve orada yaşayan kavimleri anlatıyor, İslam tarihçileri başta olmak üzere eski metinleri de ele alarak bir değerlendirme yaparak bölgedeki Alevi Kürtlerin varlığını ortaya koyuyor.
Horasan’dan Nasıl Geldik’te ise geliş ve dönüşler ile Kürt asimilasyonu ele alınmakta.
Selim Temo’nun Horasan Kürtleri ise kelimenin tam anlamıyla bir anahtar. Diliyle, edebiyatıyla, kültürüyle, iki yüz sayfalık bölümü şiirlerine ayrılmış Horasan’ı tanıtan yedi yüz yirmi sayfalık büyük bir kitap. Bir tanıtma kitabı, bir antoloji, bölgeyi tümüyle ele alan bir eser.
Kitabı daha bu yazının yazılmasından üç gün önce edinebildiğim için etraflıca okumuş ve incelemiş olmamakla birlikte gerek kurgusu, gerekse şu ana kadar inceleyebildiğim bölümler ve özellikle sevgili Selim Temo ile henüz kitap çıkmadan yaptığım bir söyleşi ile Selim Beyin kitapla ilgili iki saate yakın süren konferansvari konşması ve medyada çıkan uzun söyleşisinin ışığında, Faik Bulut’un da üzerinde durduğu resmi tarih tezinin sırf asimilasyon amaçlı olduğunu görüyoruz.
Kitap adeta Horasan’ın bir filmini çekmiş.
Horasandaki Kürt varlığının milattan sonra altıncı yüzyıldan beri bilindiğini ortaya koymaktadır kitap.
Konuşulan dil, benim kendi köyümde konuştuğum Kürtçe’nin Kurmanci lehcesi, yani Berfirat (Fırat çevresi) Kurmancisi, aşiret adlarının çoğu Maraş’ta, Malatya’da, Adıyaman’da, Dersim’de, Erzurum’da yaşayan yerleşik Kürt aşiret adları. Köy, dağ, dere adları da öyle.
Bölgede Türkmenler de yaşıyor ama onlar inanç yönünden başından beri Sünni, Kürtler ise Alevi. Bu durumda nasıl olur da gelen Aleviler burada Kürtleşir?
Kitabın bana en çarpıcı gelen yanı ise orada bulunanların kendilerini gurbette saymaları ve buranın hasretini çekmeleri. Oraya “Gurbet Kürdistanı” demekteler.
Erzurum’dan küçük yaşta göçerek oraya giden şairin gurbeti ve vatan hasretini anlatan bir sêxiştisi (üç dizelik bölümlerden oluşan şiir) buraya neden Xerib (Gurbet Kürdistanı) dediklerini çok güzel anlatıyor:
Merxê çiye Serhadê me
Berindirê dur ji dê me
Ez umrek e çav li rê me
Va çiyana ç’ye me ninin
Merxê çiyê me hêşinin
Kew li çiyê me de xwinin
Welatê me Erzirum e
Wi çiya u gul u tum e
Heft salin ez ji ci bum e
Xelko can, li me çi kirin,
Malê me li gan barkirin
Ji welate xwe dur kirin
Serhat dağlarının ardıcıyım
Anasında uzak şişekim
Bir ömürdür gözüm yollarda
Bu dağlar, dağlarımız değil,
Dağlarımızın ardıçları yeşildir.
Dağlarımızda keklikler öter.
Vatanımız Erzurumdur
Orası dağ, gül, gülistandır
Yedi yıldır oradan ayrılmışım
Ey can halk, bize ne yaptılar
Evlerimizi öküzlere yüklediler
Vatanından uzaklaştırdılar
Bu dört sêxiştiden oluşan şiir, vatanından ayrılmanın acısının Horasan’da da Almanya’da da insanı nasıl ezdiğini gösterdiği gibi Kürtten Alevi olmaz safsatasının da cevabını veriyor.