AKP iktidarında cezaevlerinde bulunan Hizb-i Kontra elemanları tek tek serbest bırakıldı. Bunlar sivilleşme adı altında önce dernek sonra da partileşti. Bunlar her önemli dönemeçte AKP’yi destekleyerek Hizb-i AKP oldukları gösterdiler
Hüseyin Kalkan
Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) seçimlerde R. Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı. Böylece bu partinin iki milletvekili karşılığında Cumhur İttifakı’na dahil olduğu öğrenildi. HÜDA PAR’in bu seçimi bir tesadüf değil. Bazı Kürdi söylemler de kullanılan bu hareket doksanlı yıllarda devletin Kürt hareketine karşı kullandığı önemli bir araçtı. 90’lar artık Kürt hareketinin kitleselleştiği ve serhildanlar çağının başladığı bir dönemdi. Devlet bütün resmi kuvvetlerini hareket geçirdiği halde bu güçlenmenin ve eylemselliğin önüne geçemedi. Yarı resmi ve paramiliter örgütler oluşturuldu. Koruculuk bunlardan biri idi. Ve resmiydi. Önemli bir örgütlenme ise JİTEM’di. JİTEM askeri kadroların yanında itirafçıları kadrosuna dahil etti. Hizb-i Kontra ise Amed’de Vadet Kitabevi etrafından örgütlenen bir İslamcı grubunun müdahale ile bölünmesiyle oluşturuldu. Birçok Kürt aydını, gazetecisi, kanaat önderi ve siyasetçi o zaman Hizb-i Kontra olarak adlandırılan bu grubun saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Daha çok arkadan yaklaşarak ateş eden bu tetikçilerin daha o zaman devlet tarafından eğitildiği ortaya çıkarıldı.
Kitap evinden çeteye
Bu grubun ilk kadroları 1979’da Amed’deki Vahdet Kitabevi’nden örgütlendi. Bu kitabevindeki toplantılar Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu tarafından düzenlenmekteydi. 1981 yılında Fidan Güngör, Menzil Kitapçısı’nı kurarken, 1982 yılında Hüseyin Velioğlu ise İlim Kitapçısı’nı kurdu. 1987’de Hüseyin Velioğlu, İlim Kitapçısı’nı Batman’a taşıdığında, devlete karşı tutum konusunda farklı fikirler sonucu örgüt, iki kola ayrıldı. İlim kolu Hüseyin Velioğlu’nun liderliğindeydi. Anlaşmazlıklar, iki grup arasında geçen kanlı çatışmalarla sonuçlandı. Hüseyin Velioğlu liderliğinde İlim Grubu, Kürt hareketine karşı devletle işbirliğini savunurken, Fidan Güngör liderliğinde Menzil Grubu ise devletle işbirliğini reddediyordu. Kısa sürede tasfiye edilen Menzil’in lideri Fidan Güngör 11 Eylül 1994’te Hizb-i Kontra elemanları tarafından kaçırıldı ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Güçlenen Hizb-i Kontra kendi kurallarına uymayan kişilere yönelik satırlı, asitli ve silahlı saldırılara başladı. 90’lı yılların ortalarına kadar 700 Kürt insanı Hizb-i Kontra’nın saldırıları sonucu yaşamını yitirdi.
Yeni Ülke ve Hizbul-Kontra
Şırnaklı Kürt gazeteci Halit Güngen, 16 Şubat 1992’de, ‘2000’e Doğru’ dergisinin kapağında “Hizbullah, Çevik Kuvvet merkezinde eğitiliyor” başlığı ile devlet-Hizbullah ilişkisini deşifre ediyordu. Haber yayınlandıktan sonra Güngen bir faili meçhul cinayete kurban gitti. Daha sonra devlet bombardımanında yaşamını yitiren gazeteci Mehmet Şenol, Hizb-i Kontra’nın Hüseyin Velioğlu tarafından yönetildiğini ortaya çıkaran bir haber yaptı. Halit Güngen’den sonra Yeni Ülke muhabiri Cengiz Altun, Batman’da saldırıya uğradı. 24 Şubat 1992 günü Yeni Ülke bürosuna giderken saldırıya uğrayan Altun olay yerinde yaşamını yitirdi. Altun, o dönemde özellikle kırsal bölgelerde halk önderlerine yönelik cinayetleri ortaya çıkarmış ve bunların iç ve dış kamuoyunda duyulmasını sağlayan haberlere imza atmıştı. Altun’u öldüren tetikçi İsmail Emsen silahıyla birlikte yakalandı. Altun’un bu tabancayla öldürüldüğü belirlendi. Katil, “ruhsatsız silah bulundurmak”tan tutuklandı. Kısa süre sonra da serbest bırakıldı. Türkiye’deki yargı yollarının tüketilmesinden sonra AİHM’e götürülen davada mahkeme Türk Devleti’ni kusurlu buldu. Cengiz Altun’un katledilmesi ile ilgili Yeni Ülke’nin haber başlığı “Cengiz’i Hizb-i Kontra katletti’ idi. Hizb-i Kontra nitelemesi o güne kadar bir İslamcı grup olarak lanse edilmeye çalışılan grubun devlet tarafından Kürt hareketine karşı kullanılan bir çete olduğunu vurguluyordu. Devletle ilişki daha sonra devlet belgelerine girdi ve raporlaştırıldı.
Cengiz Altun vurulduğunda Hafız Akdemir ‘Gülüşün Özgürlüğümüzdür’ başlıklı bir yazı yazdı. Hafız, bu gibi saldırıların özgür basını yıldıramayacağın belirtiyor ve kitlesel cenaze törenini anlatıyordu. Ceniz’den sonra Hafız hedef alındı, 8 Haziran 1992’de Amed’de katledildi. Yine Yeni Ülke ve Özgür Gündem muhabiri Burhan Karadeniz saldırı sonucu ağır yaralandı. Hizb-i Kontra saldırısında yaşamını yitiren bir gazeteci de Gerçek Dergisinin Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı oldu. Tarancı, 20 Kasım 1992’de işyerine giderken Hizb-i Kontra’nın saldırısı sonucu yaşamını yitirdi.
Devlet ve Hizb-i Kontra
JİTEM kurucusu Albay Arif Doğan, 17 Ocak 2011’de Ergenekon davaları kapsamında mahkemede ifade verirken; Hizbullah’ın cami manipülasyonlarına karşı fikirsel olarak savaşması için, Hizb-i Kontra isimli bir oluşum kurduğunu söyledi. Aynı isim bir televizyon programında Mehmet Ali Biran’a Hizb-i Kontra’nın kendisi tarafından kurulduğunu söyledi. İtirafçı Murat Demir 11 Şubat 1997’de Radikal gazetesine çıkan söyleşisinde, Hizb-i Kontra-JİTEM ilişkisine dair şunları anlatıyordu: “İlk başlarda Hizbullah diye bir örgüt yoktu. Hizbullah adını 1992 yılı sonuna kadar biz kullanıyorduk. Ardından iki örgüt arasında çatışma başladı. İki örgüt arasında provokasyon yaratmıştık. Fikir, Yeşil kod adlı (ve JİTEM) elemanı Mahmut Yıldırım’dan çıkmıştı. Hizbullah adıyla çok sayıda eylem yaptık.” Eski Bakan Fikri Sağlar, Siyah-Beyaz gazetesiyle yaptığı bir röportajda, ordunun Hizbullah’ı sadece kullanmakla kalmadığını, aynı zamanda bu örgütü kurup sponsorluğunu da yaptığını söylemiştir. Bu kararın 1985 yılında alındığından da söz eder. Yine Meclis Faili Meçhul Cinayetleri araştırma Komisyonu raporunda bu örgütlenmenin asker ve polis tarafından desteklendiğine ve eğitildiğine yer verilmiştir.
Susurluk ve Hizb-i Kontra
Bütün saldırılara rağmen hem JİTEM cinayetleri hem Hizb-i Kontra deşifre olmaktan kurtulamadı. Bunun sonucu olarak çeşitli kanatlar birbiri ile rekabet etmeye başladı. Tam bu dönemde Susurluk kazası meydana geldi. Bu kazanını oluşumu ve ortaya çıkan birleşim çözülmeyi hızlandırdı. Hizb-i Kontra’nın ipini elinde tutanlar hem zayıfladı hem birbirleri ile mücadele etmeye başladılar. Artık bu çete bir yük olmaya başlamıştı. Tam bu dönemde kendi hesabına cinayetler işlemeye başladı. 1998’de İslamcı feminist yazar Konca Kuriş ve 29 Aralık 1999’da Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım’ı öldürerek yeniden sahneye çıktı. Örgüt, 2000 yılında devlet içi çekişmeler sonucu polis operasyonlarının hedefi oldu. 17 Ocak 2000’de İstanbul’da düzenlenen operasyonda lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü, örgütün arşivi polisin eline geçti. Operasyonlarda örgütün lider kadrosu tutuklandı, bazı üyeleri polisle girdiği çatışmalarda öldürüldü. Türkiye, domuz bağı cinayetleri ve mezar evlerle bu dönemde tanıştı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001’de uğradığı suikast sonucunda 5 koruması ile birlikte hayatını kaybetti. Bu suikasttan sonra, Hizb-i Kontra’ya karşı operasyonlar başladı. Hüseyin Velioğlu İstanbul’da bir hücre evinde öldürüldü.
2000 yılından itibaren yakalanan Hizb-i Kontra yöneticileri, 2009 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 2011’de tutukluluk sürelerinin 10 yıldan fazla olmayacağına dair yasal değişiklik, yönetim kadrosuna cezaevinden çıkma yolunu açtı. 4 Ocak 2011 günü üst düzey yöneticiler Edip Gümüş, Cemal Tutar ve Hacı İnan’ın da aralarında bulunduğu 34 mahkûm, cezaları kesinleşmediği için serbest bırakıldı. Edip Gümüş, İran’a kaçarak, örgütün liderliğini üstlendi. Anayasa Mahkemesi 2018 yılındaki bir kararında, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde askeri hâkim bulunmasını yeniden yargılanma nedeni saymış, Hizb-i Kontra tutukluları da bu kararı emsal gösterip, yargılamalarının yenilenmesi talebinde bulunmuştu. AYM kararından sonra Türkiye’nin değişik mahkemeleri, Hizb-i Kontra’nın ağır suçlardan hükümlü üyelerini serbest bıraktı. Her ne kadar Hizb-i Kontra üyelerinin bırakılması bir yargı kararı gibi gözükse de bunun arkasında AKP iktidarının olduğu sır değil.
Dernekten partiye
Bundan sonraki dönemde bu hareketin imaj değiştirmeye çalıştığı dönem oldu. Zaten 2004 yılında Mustazaflarla Dayanışma Derneği’ni (Mustazaf-Der) kurarak sivil bir görünüm edinmeye çalıştı. Dernek, Kurdistan’da düzenlediği “kutlu doğum” etkinlikleri ile kendine bir kitle tabanı yaratmaya çalıştı. Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 2008 yılında dernek hakkında “Hizbullah’ın devamı olduğu” gerekçesiyle kapatma davası açtı. Dernek, 2010 yılında mahkeme tarafından kanuna aykırı faaliyetler yürüttüğü gerekçesiyle feshedildi. Hizbullah, Mustazaf-Der’in kapatılmasının ardından HÜDA PAR’ı kuruldu. Kobanê protestoları sırasında MHP’lilerle birlikte devlet güçleri yanında yer alan HÜDA PAR’lılar Türkiye çapında 46 kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı. Olayların bu gelişimine bakılırsa bu örgütün bu kritik aşamada AKP’nin yanında yer alması şaşırtıcı değil. Hizbullah olarak ortaya çıkan bu grup, Erdoğan’ın taşeronuna dönüştü.
Sincar cinayeti Hizbi-Kontra belgelerinde
Demokrasi Partisi (DEP) Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, 4 Eylül 1993’te 6 milletvekili ile beraber faili meçhul cinayetleri araştırmak üzere Batman’a gitmiş, sık sık faili meçhul cinayetlerin işlendiği ve kaos ortamının hakim olduğu kentte inceleme yapan milletvekillerine sokak ortasında silahlı saldırı düzenlenmişti. Mehmet Sincar ile DEP yöneticisi Metin Özdemir bu saldırıda hayatını kaybetti. Mehmet Sincar cinayeti devlet-JİTEM ve Hizb-i Kontra’nın nasıl bir ilişki yumağı içinde bulunduğunu gösteren bir cinayettir. İlk önce cinayeti faşist Türk İntikam Tugayı üstlendi. 1996 yılında hazırlanan Susurluk Raporu’na göre, Sincar’in katillerinin “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım ve üç itirafçı olduğu belirlendi. Ancak raporda isimleri geçen kişilerle ilgili herhangi bir adım atılmadı. Dosya yeniden adliyenin tozlu raflarına kaldırıldı. Susurluk kazasından bir yıl sonra, yani 18 Kasım 1997’de Amed’de yapılan operasyonlarda Hizb-i Kontra’nın arşivi ele geçirildi ve lideri Hüseyin Velioğlu’nun İstanbul’da saklandığı yer tespit edildi. 17 Ocak 2000’de düzenlenen operasyonda Velioğlu öldürüldü ve binlerce sayfa evrak ele geçirildi. O evraklar Sincar cinayetini Hizb-i Kontra’nın işlediğine işaret ediyordu. Hizb-i Kontra belgelerinde ismi tespit edilen Hüseyin kod adlı Cihan Yıldız 2008’de Avusturya’da yakalanıp Türkiye’ye iade edildi. Yıldız iade edilince 15 yıldan sonra Sincar dosyası davaya dönüşebildi. Diyarbakır 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi 2013’te Yıldız’ı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı, Yargıtay da bu kararı 2014 yılında onadı. Bu süreçte AİHM’in bir Hizbullah hükümlüsü hakkında ihlal kararı vermesi üzerine Türkiye dostane çözüm yoluna gitti ve yeniden yargılama yolu açıldı. Serbest bırakılanlar arasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan ve 11 yıldır cezaevinde bulunan Cihan Yıldız da vardı. Altı cinayet ve iki yaralama suçundan 11 yıl cezaevinde kalan ve 2018’de serbest bırakılan Yıldız’ın davası ise 2019’da yeniden görülmeye başlandı. Yıldız, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen celselere sadece SEGBİS ile bağlanarak katılıyor. Üç yıldır devam eden yargılama sırasında Sincar Ailesi ve avukatlarının sanığın tutuklanması, “Yeşil” ve ekibi ile Mehmet Ağar hakkındaki suç duyurusu gibi birçok talebi ise reddedildi. Dava 2023 yılında sonuçlanmasa zamanaşımına uğrama riski bulunuyor. Mahkeme 4 Eylül 2023’e kadar karar vermezse zamanaşımı süresi dolacak.