“İthal ikameci” (bilmeyen okuyucuya ödev) ekonomi yerine “serbest piyasa” ekonomisini dayatan 24 Ocak kararlarını gerçekleştirmek için yapılan 12 Eylül darbesinden sonra gelen Özal hükümetleri, bugünkü çürümeye önemli bir geçiş aşaması olmuştur.
Ülke insanı daha önce de az-çok olmasına rağmen, ilk kez saraylardaki sultan bozmalarının (“Papatyalar”) zevk-ü sefasıyla, rüşvet alanlar için söylenen “benim memurum işini bilir” anlayışıyla, “dikili bir ağacı bile olmayanların” banka sahibi olmalarıyla, bankacıların yolsuzluklarıyla, eğitimde “evrim” gibi önemli konuların çıkarılma tartışılmalarıyla, devlet yöneticilerinin ilk kez bilmem ne tarikatına üye aidiyetleriyle vb tanışmıştır.
Gelişen bilim-teknoloji ve kapitalizmin yeni pazarları için “renkli ve özel TeVe”, “atari”, “dijital telefon” gibi yeni uyuşturucuların devreye sokulması bu dönemde olmuştur. Oysaki, aynı dönemde Afrika’nın en geri devletlerinde bile renkli TeVe, dijital telefon vb satılmak zorundaydı… Bunları, ne Özal icat etmiş ne de Özal üretmişti. Menderes’ten AKP’ye, yollar-köprüler, bu kapitalist ürünlerin pazarlanması ve hammaddelerin yurt dışına kaçırılması için zaten yapılmak durumundaydı!
Bu arada Sovyetler Birliği dağılmış, ülke içindeki muhalif hareketler en acımasız bir şekilde bastırılmış ve 12 Eylül öncesi genç olanlar yeni gençlikle (veya tersi bu gençlik bu yeni ihtiyarlarla) hiç tanışmadan yeni teknolojik oyuncaklarıyla tanışıvermiş; her şey bir anda ne kadar renkli oluvermişti! Yönsüz gençliğe, yeni bir misyon da biçilmişti: “Apolitik gençlik”! Devlet bu durumla “gurur” duyuyordu! Kısaca aktarılan tüm bu değişimler, yeni geleceği müjdeliyordu! Şimdi niye yakınıyorsunuz, “bu gençler ve halk niye duyarsız, bu ne yolsuzluk, nasıl bu hale geldik” diye? Rüşvet “işbilirlik” olarak adlandırılmıştı, artık kim tutardı memuru, soyguncuyu (ha, o zamanlar adları “hortumcu” ydu ve sayıca daha azdı); tarikatlarla haşır neşir olmayı, özgür(!) gençliği (yeter ki politikayla ilgilenmesin)…
12 Eylül lideri, yeni imam hatipler açmakla övünüyor, mitinglerinde ayetler okuyor ve “asmayalım da besleyelim mi” diye bağırırken kitle(!) “As, as!” diye destek veriyordu! Hangi “kitle” mi, vallahi hemen hemen bugünkü aynı “kitle”, ta “kal-u bela”dan beri Anadolu’da yaşamanın yolunu çözmüş, güce itaat eden kitle! Artık tapınacak yeni bir güç için taşlar döşenmeye başlamıştı. “Benimle birlikte mezara gidecek” diyen generallerin 28 Şubat’ı, “Anayasa fırlatma” krizi ve malum bir şahsın gayet stratejik hareketi, ABD’ye “en iyi ben biat ederim” deyip BOP başkanı olarak icazet alan ve bir şiir okumaktan hapse atılan ve onu kurtaran bir başka malum zattan sonra bugünlere geldik…
İçinde yaşanılan “maddi” koşulları aktarmadan insanımızın psikolojisine değinmenin, yerçekimini anlamadan düşmeyi anlayamamak kadar havada kalacağı için burada kısaca değindik; meraklı okuyucu (elbette ne kadar kaldıysa) bu gelişmeleri ve altta yatan gerçek nedenleri araştırabilir. Hipotezler: a) Güce biat etmenin fayda(!)ları pekiştirildi. b) Rüşvet-yolsuzluk meşrulaştı. c) Tarikatlarla içli dışlı olmak olağanlaştı. d) “Apolitik” olmak “iyi” bir şey olarak yerleşti. e)
Teknolojik gelişmelerin sonucu olarak kapitalizmin ürettiği malları satmak için yasal vb yer açmak, özgürlük diye sunuldu. f) Ama en önemlisi, 68 kuşağının 78’e devrettiği siyasi, davranışsal, ahlaki vb güzel şeyler ne 88, ne de 98 kuşağına aktarılabildi. 12 Eylül’ün üzerlerinden dozer gibi geçtiği ilerici, düşünen, araştıran kuşak; ne yazık ki kendi yaşamını sürdürebilmek ve ayakta kalabilmek için dört bir tarafa yaprak gibi savruldu.
Bir kısmı, “Biz çektik, onlar çekmesin” anlayışıyla, fanusta bir çiçek yetiştirir gibi çocuklarını yaşamın gerçeklerinden uzak tuttular. Kıyıda köşede kalmış ve bu kıyıma tanık olanlar da sosyal öğrenme yoluyla çocuklarını “bilerek” apolitik yaptılar. Şimdi hepsi gençliğin önemli bir kısmının bu apolitikliğinden yakınıyorlar. İnsanlar “hazza ulaşmak, acıdan kaçınmak” üzere evrimleşmişlerdi ve gereğini(!) yapıyorlardı; ilkel insanın “amigdala”sı hep işbaşındaydı. Biat edenler ve susanlar ayakta kalıyor ve gücün verdiği nimetlerden şu ya da bu şekilde yararlanıyordu…
Böyle böyle bugünlere gelindi.