600 yıl süren Osmanlı Devleti, merkezi-askeri feodal ve dolayısıyla da çok uluslu bir devletti. Ele geçirilen topraklardan ganimet, köylülerden de vergi (aşar) merkeze aksın, ayrıca asker devşirilsin devlet için yeterliydi; bunun için de tebaânın din adına halifeye ve güç adına padişaha itaat etmesi gerekliydi. Uzun imparatorluk döneminde pek çok köylü isyanları oldu, yerleşik yaşama geçmede direnenler oldu; hepsi kılıçla bastırıldı; “Baba devlet” anlayışı bu şekilde halkın genlerine kadar işledi. Merkezi-askeri yapısı gereği de bir türlü burjuva devrimini yapamadı. Cumhuriyet döneminde de “baba devlet” imgesi devam etti ve gerçekleştirilen askeri darbelerle bu iyice pekiştirildi. Askeri darbelere de toplumun ancak bilinçli sol yanı direndi ve kanlı bir şekilde bunlar da bastırıldı.
Bu gelişmeler, geniş halk yığınlarında,ister istemez “öğren(t)ilmiş çaresizlik” düşünce ve duygularının yerleşmesine yol açmıştır: “Ne yaparsan yap, sonucu değiştiremiyorsun”, yani “yılgınlık ve teslim olma”. Bu durum, oldum olası sol muhaliflerin aşamadığı en büyük bariyeri oluşturmuştur. Bu öğren(t)ilmiş çaresizliği güçlendiren ise; halkın eğitimsiz bırakılması ve bu boşluğun din ile eski fetih günlerinin kahramanlık özlemleriyle (asla milliyetçilik değil!) doldurulması, büyük kitlelerin zaten okuyup araştırmadığı için solun bir “öcü” olarak gösterilmesi olmuştur. Böylelikle halk, devletten hep yakınmasına ve aslında solun kendi çıkarlarını savunduğunu görmesine rağmen, sürekli yenilen tarafta olmaktansa daha büyük güce biat etmeyi yeğlemiştir; dedeleri hep öyle ayakta kalmamış mıdır? “Bir şey yapılması gerekiyorsa devletimiz (büyüklerimiz) yapar” anlayışı, “ben odunu aday yapsam seçilir”,“Ay’a dört şeritli otoban yapacağımızı söylesek oy verirler”, “bize cahiller gerekir” anlayışı, hammaddenin tam da istedikleri tavda olmasını sağladıklarını göstermektedir.
Milli burjuva devlet kurulamadığı için, milliyetçilik, efsanelere dayalı mitler ile anti-komünist (kelimeyi bile yanlış yazar ve telâfuz ederler) ve antidiğer milliyetler düşmanlığından öteye geçememiştir; ne ABD üslerine, ne ülkenin parsel parsel emperyalistlere satılmasına, ne de yer altı-yerüstü zenginliklerinin talan edilmesine asla söz etmezler,hatta söz edenlere, “Bağımsız Türkiye” diyenlere saldırırlar. Halkın,dikkate aldığı tek şey “güç”tür; güç kimdeyse onu hemen kabul eder. Yeryüzünde en fazla işgale uğrayan ve en fazla “uygarlığın” gelip geçtiği yer Anadolu’dur ve Anadolu halkı, güç zayıflamaya ve yeni bir güç ortaya çıkmaya başlamaya görsün, hemen eskisini satar; yenisine “efendim biz de sizi bekliyorduk, eskisi yok mu ah o eskisi” deyiverir: Timur’un filleri ve Nasrettin Hoca! Sürekli yönetilmiş olan halk için kooperatif kurarsınız, ne yönetimine katılır ne bir katkı sunar, aralarından birisini (en çakalını) yönetici yapar çıkar!
Demek ki güce itaatin ötesinde, bir de “tembellik” işin içindedir, kendi düşünmez, uğraşmaz, onun yerine birileri düşünsün ister; yani enerji tasarrufu yapar. Tarlaya yüzyıllardır ataları ne ekiyorsa onu ekip biçmeye devam eder, köylerin yolları-evleri yüzyıl önce nasılsa öyledir; evinin duvarına bir bakraç kireç bile sürmez, sabahtan akşama “kayfede” pişpirik oynar, akşam TeVe başında ajansları izlerken büyük siyasetçi kesilirler; eski köye yeni adet getirmekten ve getirilmesinden hiç hoşlanmazlar, getirmeye çalışanı dışlarlar… Esnaf da benzer yapıdadır; hem büyük sermayeden yakınır, hem “tevekkül” eder.
Yarı sömürge montaj sanayisiyle az çok yeşeren işçi sınıfı da gerçekleştirilmemiş burjuva devriminden payını almıştır; feodal ilişkilerin sürdüğü toplumda bir ayağı köydedir ve akrabalar arası destek her daim yanındadır; yani zincirlerinden öte kaybedeceği şeyler vardır ve sınıf bilincine bir şekilde direnir. Emperyalizme bağımlı burjuvamız ise evlere şenliktir; ne burjuva kültürüne ne de dinamizmine sahiptir. Böyle bir zeminden,burjuva anlamda bile olsa demokrasi çıkması son derece güçtür; diktatörlükler hep işine gelir.
İnsan, evrimsel olarak hazza (doyuma) ulaşmaya, acıdan kaçınmaya programlıdır; park ve bahçelerdeki çiçekli alanları bile kestirmeden gidebilmek için yola çeviriverir. Hoş,bu park ve bahçeleri yapanlar da işlev anlayışından yoksun olduklarından veya amirlerine üstten geometrik ve harika görünen maketler sunduklarından ve “aferin” aldıklarından olsa gerek, kullanıma hiç uygun olmayan parklar yapmaya devam ededururlar…
Bir sonraki yazıda, son 16 yıldaki “değişimi” ele alacağız.