Hakikaten, ne yapacağız ‘hilafet’ gelirse? Gelir mi acaba? Kapının önünde midir şu anda? Zili çalma inceliği gösterir mi, yoksa bodoslama içeri mi dalar? Bilemiyoruz ki!
Aziz Nesin’in şu eşek öyküsü geldi yine aklıma… ‘Ah Biz Eşekler’ kitabında vardır. Kendisine yaklaşmakta olan kurdu bir türlü kurt olarak görmeyen, ta dibine gelene kadar “Yok canım, kurt değildir. Yanlış görüyorumdur ben. Hem, ne diye kurt olsun… Belki devedir, belki fildir, belki de başka bir şey. Ben de her şeyi kurt görmeye başladım” diye kendini avutan ve ancak kurt etinden ilk parçayı kopardığında can havliyle “Ah, gerçekten kurtmuş meğer” diye çığlıklar atan eşeğin hikâyesi hazindir. 1958’de yazmış Aziz Nesin bu öyküyü ve suskun ‘aydın’lara ithaf etmiş.
Faşizme faşizm demek için sokaklarda gamalı haçlı SS birliklerini görmek isteyenlerle de az cebelleşilmedi geçmişte. Faşizmin başka versiyonlarının olabileceğini anlatmaya Mahir’in de ömrü vefa etmemişti. Bugün hâlâ, “otoriterleşme eğilimleri”, “güvenlikçi politikalar” gibi akademisyen klişeleri politik dilimize yapışmış halde. Tuhaf!
Neyse, ‘Ulusalcı’ kardeşlerimizle hasbıhal ediyoruz birkaç yazıdır, yine oradan devam edelim. Nedir hakikaten bu ‘hilafet’ hikâyesi arkadaşlar? Nasıl olur? Nasıl gelir?
Bakın ben bir şey söyleyeyim; siz eğer, öyle eski moda, yani Suud tarzı ya da IŞİD kırması bir şey bekliyorsanız, geçin onu. Öyle bir şey yok. Bizde neyin orijinali var da hilafetin orijinalini bekliyorsun birader? Bizim sosyal demokrat partimiz bile tartıya vursan Avrupa’nın sağcı partilerinden bir tık aşağıda kalır, bildiğin imitasyon! E, hilafetimiz de öyle! Bizim mahallenin marketi pek bir sakallıydı eskiden; sonra baktı ki, aşağıdaki sitelerde epey laik müşteri var, gömleklere yaka, kıllara tüylere bir düzen geldi, alışverişe devam!
Bu iş böyle. Gidin AKP’nin kodomanları arasında bir anket yapın bakalım, o eski ‘Asr-ı Saadet’ döneminin şeriatını isteyen var mı? Ya da daha kolayı, Katar’dan Kuveyt’ten gelen cüzdanı sağlam turistlere bir sorun, Türkiye’de tam bir şeriat rejimi isterler mi? Sıraselviler’deki tekel bayilerinden otellere taşınan viski şişeleri ne olacak o zaman?
İstenen o değil yani. Hem yoksulları aldatacak kadar dinsel bir düzen olsun, hem de o yeşil örtünün altında her türlü hırsızlık-arsızlık yapılabilsin; istedikleri bu!
Peki, şu anda ülkedeki her türlü karar tek bir kişiye bağlanmış mı? Bağlanmış. Parlamento var mı? Yok. Kadı efendiler her türlü talimatı telefonla alıyorlar mı? Alıyorlar. Gık diyenin kafasına sopa iniyor mu? İniyor. Kadınları eve hapsetmek için ellerinden geleni yapıyorlar mı? Yapıyorlar. Eli kılıçlı Şeyhülislamın teşkilatının bütçesi ve kadrosu kaça katlanmış peki? Ne zamandan beri resmi olarak ‘fetva’ verilir olmuş memlekette? ‘Alo Fetva’ var mesela, açın sorun “diş fırçalamak orucu bozar mı” diye, alın cevabınızı. “Teröristin cenazesi n’apılır” deyin, ona da cevap versinler.
Eee, başka? Başka ne istiyorsunuz siz? Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında “Cumhuriyet lağvedilmiştir” diye yazmasını mı? ‘Karpuz kabuğu’ gibi olmasın ama adam yarın benim külliye daha sağlam, şu kutsal emanetleri buraya alalım dese n’apıcan? Anayasa Mahkemesi’ne mi gidecen?
Sonuç itibarıyla, güzel kardeşlerim, sevgili Cumhuriyetinizi korumak mı istiyorsunuz? Eyvallah, tamam. Ama o zaman öyle yok ‘terör’müş, yok bilmemneymiş, geçeceksiniz onları. Bu ülkenin diri güçleri bellidir, tutacaksınız onların ellerini ve barikatı oraya değil, öteki yana doğru kuracaksınız. O güçler, sizin gibi olmak, sizin gibi düşünmek zorunda da değil ayrıca. Sizin Mustafa Kemalinizi sevip onun ‘askeri’ olmak, Karadeniz’de, işkencelerde katledilen komünistleri, Zilan’ı Munzur’u kana bulayan kadın ve çocuk cesetlerini unutmak zorunda değil kimse.
Ama bütün bunlara rağmen, herhangi bir komünistin ya da Kürt hareketinin herhangi bir yetkilisinin Mustafa Kemal’in annesi-babası, içkisi yemeği hakkında tek bir cümlesini gösteremezsiniz; o pis işlere kimin baktığını herkes bilir bu ülkede. Biz adap biliriz, usul erkân biliriz ve siz de öyle ‘törörö’ diye başladığınızda lafa, dokuz boğumdan geçirin sözcüklerinizi.
***
Siyaseti doğadan öğrenmek lazım bazen. Allah aşkına hemen, şimdi google’ı açın ve Choluteca Köprüsü’nün fotoğrafına bir bakın! 22 yıl önce Honduras’ta yapmışlar köprüyü. Muazzam bir mühendislik harikası! Sonra bir sel gelmiş, binlerce insan ölmüş, bütün köprüler yıkılmış, sade Choluteca ayakta kalmış. Ama yalnızca köprü… Ona bağlanan yollar yok! Daha da önemlisi, sel sırasında nehir yatak değiştirince tuhaf bir durum çıkmış ortaya. Nehir artık köprünün altından değil, yanından akıyor! Köprü nehirsiz kalmış!
Bazen halklarla örgütler/politikalar arasındaki ilişki de öyledir. Halkların ırmağı kendine yeni bir yol bulur, senin yanlış yere kurduğun köprü de kenarda çürüyüp gider; farkına bile varmazsın.
Şimdi printerin başına git lütfen ve Choluteca Köprüsü’nün bir fotoğrafının çıkışını al, evde bir yere yapıştır; bunu hep hatırlamak için…