“Bizler, hiçbir suça karışmamış olmanın verdiği iç huzurla, iyiyiz. Onlarsa, “Türk Milleti” adına attıkları imzayla, koca bir ülkeyi bir suça ortak ettiler. Kendilerini düğmesiz cübbeleri ve vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Tesadüf, okuma listemin tepesinde, Dante’nin İlahi Komedya’sı var. Malûm, ilk cilt cehennem. Düşündüm de şimdi yazarken, hiçbir şey tesadüf değil aslında.” [Türkiye koca bir şaka ama buna ne kadar gülebiliriz? Çiğdem Mater Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevin den bianet’e yazdığı yazıdan]
Mater’in Gezi davası ile ilgili değerlendirmesini yazının başına koyma sebebim öncelikle yaramaz, çocukça gururlu gülüşünü, dobra, kararlı, kimseye eyvallah etmeyen duruşunu bildiğim sohbetlerimizi çok özledim. Bir diğer nedeni ise yazının başlığını Mater’in değerlendirmesinden almış olmam.
Suç ve Ceza, Dostoyevski’nin yaşamı ve birikimi sayesinde ortaya çıkmış ve dünya klasikleri arasında yer almış sadece kurgusal bir hikâye değildir. Konusu ve anlatım tarzı bir yana, felsefesi de oldukça anlamlıdır. Eserin önemi sadece nitelikli bir roman olmasından değil, sağlam bir düşünceye de sahip olmasıdır. Bu nedenle ‘’insan ne durumda olursa olsun haksızlığa ve diğer olumsuzluklara karşı dimdik ayakta durmalıdır’’ ana fikrine sahip olan bu eserin günümüze kadar anlamını kaybetmemesinin nedeni, sistem- devlet- siyasi erk- otorite ile kanun ve yargının devlet nizamını belirleyen etkenlerin hukuk üzerindeki gölgesinin hiç değişmediği gerçeğidir.
Toplumsal olgu ve olayların tarafı olan muhalifler otoriter rejimlerin muhatabı olmuşlardır.
Siyasi hapis cezalarının tarihçesi ile hapishanelerin tarihçesi birbiri ile her zaman bütünleşmiştir. Bu nedenle siyasi hapis cezalarının tarihçesi incelenirken aynı zamanda cezaevlerinin de tarihi gelişiminin değerlendirilmesi gerekmektedir. Elbette konumuz hapishaneler değil, bu konu ayrı bir makalenin konusu olmakla birlikte hapishanelerin restorasyonu ve dönüşümü, ülkelerin, Türkiye’nin siyasi tarihiyle yakından ilişkili olduğunu vurgulamak için bu konuya değinmek istedim. Dün Mamak, Metris, Diyarbakır, bugün Silivri, Sincan hapishaneleri hiçbir şeyin tesadüf olmadığının kanıtıdır.
Çoklu krizle baş edemeyen, baş etmesi de mümkün olmayan iktidarın baskıcı politikalarını derinleştirmeye, karşısındaki muhalif unsurları önce yalnızlaştırıp, sonra suçlulaştırıp, arkasından etkisiz hale getirmesi politik bir stratejidir.
İktidarın bunu yapmaktaki amacı bellidir. Toplum üzerinde tam bir ideolojik, kültürel ve politik hegemonya kurarak, çözümsüz krizler yumağı karşısında gelişecek olan tepkileri kontrol etmek, iktidarın temel politikasıdır.
Bugün bu politikanın baş hedefi Kürt muhalefeti olsa da bununla sınırlı değildir. Ekoloji direnişlerinden LGBTİ hareketlerine, Cumartesi Anneleri’nden emekçilerin direnişlerine kadar hemen her muhalefet aynı politikanın hedefinde durmaktadır.
Bu rejim geçici değil. Yargı başta olmak üzere bütün yönetim aygıtlarını tek elde toplayan ve toplumsal muhalefeti bu idari erkin gücüyle sindiren bir yönetim biçimi söz konusu. Bu sindirme sırasında egemen otoritenin şiddet aygıtları kimi zaman sembolik kimi zaman yaygın şiddet uygulamaları gündeme getiriyor. Kürt halkına uygulanan baskı ve şiddet yaygın uygulamaların; Demirtaş, Kavala, Gezi, Yanardağ davaları ise sembolik şiddetin tipik örnekleri konumunda.
Bu yönetim biçiminin bir diğer temel unsuru ise ideolojik hegemonyanın kurulmasıdır. Hemen tüm dünya örnekleri bu hegemonyanın din ve milliyet temelinde oluşturulmaya çalışıldığını ortaya koyuyor. Bir başka deyişle dinin yükselişi ve mülteci düşmanlığı sadece bize özgü değil bütün dünyada yaygın.
Bu rejimlerin ortak bir özelliği de cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmeleridir. Farklı cinsel yönelimleri dışlayan, düşmanlaştıran, cinsiyetçi hegemonyayı yeniden üreten ideolojik ve politik yaklaşımlar, dini inançları farklı olsa da bu yönetimlerin ortak davranışı olarak ortaya çıkıyor.
Gezi davasının onanmasının hukuki olarak değerlendirmesine sanırım gerek yok. Demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, içi boşaltıldıktan sonra ortaya çıkan toplumsal hareketlerin susturulması ve bertaraf edilmesi davasının sonucu onandı.
Rejimin yeni inşasında cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir Türkiye kurulacağının çok sayıda örnekleriyle birlikte yaşıyoruz.
Demokratik muhalefetin toparlanması ve dağınık olan muhalif kesimlerin politik bir program etrafında buluşması kaçınılmazdır. CHP’nin yeni rejimin etkisiz muhalefet partisi olma olasılığı giderek güçleniyor. CHP’de yaşanan değişim tartışmaları anlaşılıyor ki halka umut vermiyor.
Önümüzdeki hafta Yeşil Sol Parti’nin Büyük Kongresi gerçekleşecek. Seçimler sonrası en kapsamlı tartışma ve eleştirel bir süreç yaşadı. Kongreden halkın beklentisi, demokratik muhalefetin harekete geçmesini sağlayacak bir enerjiyle karamsarlığa düşmüş milyonların umudu olmasıdır. Demokratik muhalefet sadece Yeşil Sol Parti ile sınırlı değildir. Sol, sosyalist parti ve hareketlerin de aynı sorumlulukla enerjilerini birleştirmeleri kaçınılmazdır.