11 Ağustos 1935’te faaliyete geçen ve ilk açıldığında adadaki tarım arazileri nedeniyle tutsakların tarımla uğraşmaları hedeflenen İmralı Hapishanesi, günümüzde kuruluş amacının çok ötesinde farklı amaçlara hizmet etmektedir. 15 Şubat 1999 tarihinde sayın Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında boşaltılarak tek kişilik hapishaneye dönüştürülmüş, gizli bir protokolle yönetim biçimi ve kapsamı belirlenerek “özel güvenlik bölgesi” ilan edilmiştir. Öyle ki sivil gemilerin adaya 3 milden fazla yaklaşmasına izin verilmemektedir.
Bilindiği üzere sayın Abdullah Öcalan, tutuklandığından beri İmralı Hapishanesi’nde tek kişilik hücrede tutulmaktadır. 2015 yılından bu yana ise sayın Hamili Yıldırım, sayın Veysi Aktaş ve sayın Ömer Hayri Konar, İmralı Hapishanesi’nde tutulmaktadırlar. İmralı Hapishanesi, yüksek güvenlikli hapishaneye dönüştürüldüğü günden bu yana gerek ulusal gerekse de uluslararası hukuk normlarının işletilmediği bir alan haline getirilmiştir. Mahkumların kanuna dayanan telefonla görüşme, avukat görüşü, aile görüşü, mektup gibi en temel hakları ellerinden alınmaktadır. Sayın Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihinden bugüne sadece 5 avukat görüşü, 2014’ten bu yana 5 aile görüşü ve yalnızca 2 defa telefon görüşmesi yapabilmiştir. 25 Mart 2021 tarihli telefon görüşmesinden sonra kendisinden haber alınamamaktadır. Sayın Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş, İmralı Hapishanesi’ne getirildikleri günden itibaren avukatlarıyla hiç görüştürülmemişlerdir. Bugüne kadar sadece 3 defa aile görüşü, bir defa telefon görüşü yapabilmişlerdir. 27 Nisan 2020 tarihinden itibaren kendilerinden haber alınamamaktadır. Sayın Hamili Yıldırım, İmralı’ya getirildiği günden itibaren avukatlarıyla hiçbir görüşme yapamamış, 2 defa aile görüşü ve 2 defa telefon görüşmesi yapabilmiştir. 25 Mart 2021 tarihinden itibaren kendisinden haber alınamamaktadır. Bu hukuka aykırı ve keyfi uygulamalara karşı tutsakların avukatları tarafından yapılan onlarca başvuru, yine hukuka aykırı gerekçelerle reddedilmiş veya cevapsız bırakılmıştır. Tutsaklara yasalarca tanınan en temel haklarının kullandırılmaması, yasal başvuruların engellenmesi, tutsakların dış dünyayla bağlantısının tamamen kesilmesi ve haber alınamaması bakımından İmralı Hapishanesi’nde uygulanan sistemin bir infaz rejimi değil, tecrit sistemi olduğunu göstermektedir.
Uygulanan bu tecrit sistemi, temel olarak 5275 sayılı yasanın 25. Maddesi ile 107. Maddesindeki düzenlemeye dayanmaktadır. 5275 sayılı kanunun 107/16 maddesinde; “… yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz” denilmektedir. 5275 sayılı kanunun 25/ı Maddesinde ise “Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez…” hükmünü içermektedir. Yani hapis cezasının kişinin hayatı boyunca devam edeceği ve hiçbir şekilde ara verilemeyeceği belirtilmektedir. Başka bir ifadeyle ölünceye kadar hapis cezası öngörülmektedir. Her iki kanun maddesinin de hukuka aykırılığı AİHM’ne taşınmış, AİHM 18 Mart 2014 tarihli Öcalan No.2 kararında bu yasal düzenlemelerin işkence yasağına aykırı olduğuna hükmetmiş ve hukuka uygun hale getirilmesi için değiştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu karardan sonra Kaytan/Türkiye, Gurban/Türkiye ve Boltan/Türkiye başvurularında da benzer ihlal kararları verilmiştir. AİHM, bir kimsenin mahkûm olduğu hapis cezasının infazını bir gün serbest kalma ümidi olmaksızın geçirmesini AİHS m.3 bağlamında kötü muamele olarak kabul etmiş, umut hakkını insan onuruna saygının bir gereği olarak görmüştür. Bu bağlamda 5275 sayılı yasanın 25. Ve 107. Maddeleri, AİHS’ne açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
İmralı Hapishanesi’nde uygulanan tecrit, bu saydıklarımızla sınırlı kalmayıp Bursa İnfaz Hakimliği ve Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sistematik olarak verilen yasaklama kararlarıyla çok farklı boyutlara ulaşmıştır. 5275 sayılı kanunun 25.maddesinde sınırlı olarak tanınan telefon hakkı, ziyaret hakkı, açık havaya çıkma ve spor yapma gibi haklar, savcılık ve infaz hakimliğinin gerekçesiz yasaklama kararlarıyla engellenmektedir. Yani hukuka aykırı olan kanun maddesinin tutsaklara tanıdığı sınırlı haklar dahi kullanılamamaktadır. Bu sebeple hiçbir kuralın tutsaklar lehine işletilmediği bir sitemin varlığı söz konusudur diyebiliriz.
İmralı Hapishanesi’nde uzun yıllardır uygulanan bu tecrit sistemi, zamanla genişletilerek diğer tüm hapishanelerde uygulamaya konulmuştur. Bugün Türkiye’de hapishanelerin tamamında benzer bir sistemin işletildiğini söylemek mümkün. Bu sistemde kişilerin yalnızlaştırılması, toplumdan tamamen soyutlanması, ölüme terk edilmesi amaçlanmaktadır. Dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş böylesi bir tecrit uygulaması, sadece tutsakların değil, tüm toplumun sorunudur. Neticede Montesquieu’nun dediği gibi “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.”
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi
**Tecrit hakkında konuşmanın suç sayılmaya çalışıldığı bu zamanlarda, ÖHD olarak haftalık yazı yayımladığımız Savunmanın Sözü köşesinde tecrit serisi oluşturmuştuk. Bu yazı, serinin beşinci ve son yazısıdır.