Dışarda rüzgâr. Aylardan Temmuz. Suruç şehitlerimizle dolaşıyorum, nefer oluyoruz. Onları düşünürken sabrın çiçekleri açıyor, düşler sonsuzluğa koşan yeryüzü aşkın yüzü oluyor, acıya kurşun işlemiyor.
Onları düşünürken, düşmana boyun eğmeyenleri, adressiz yaşayanları, Rojava’da, dağlarda savaşanları düşünerek gökyüzündeki yıldızları dolduruyorum yüreğime. Yıldızlar sanki 33’lerin hikayesini anlatıyor bize. Bir yoldaş esintisi gibi konuyorlar yüreğimize, ömürlerini, seslerini bırakarak.
Sözü Suruç katliamı tanığı SGDF Eşbaşkanı Ceren Çoban’a bırakıyorum:
“İnsanın vahşetle, bilincin kararlılıkla, hakikatin çürümüşle, savaşında beraber savunulmuştu Kobane. Yıkıntıların arasında filizlenen yine yaşamdı, ‘gelecek’ti. Kobane’de esen her rüzgar beraber savunduğumuz Kobane’yi beraber inşa etmeye çağırıyordu. Sosyalist Gençlik’in dört bir yanda dağıttığı bildirilerin ön yüzünde Edip Cansever’den iki dize yazıyordu:
“Gülemiyorsun ya gülmek;
Bir halk gülüyorsa gülmek”
Gülüşlerimizi bölüşmek adına düştük yola. Koynumuzda iki dize, heybemizde umut. Samsun’dan, Antalya’dan, Van’dan, İzmir’den ve daha sayısız kentten yola çıktı düş yolcuları.
Sınır boylarında nice taş, nice duvar… O duvarlarda nice söz yazılıdır. Duvarların birinde Tevrat’tan bir soru bize sesleniyor: “Sen değilsen kim, şimdi değilse ne zaman?” Gençliğin, kadınların devrimine, umuda bir tuğla koyabilecek olmanın heyecanı sarmış hepimizi. Geleceği yaratmanın, geleceğe dokunmanın tarihsel sorumluluğu üzerimizde. Günün ilk ışıkları vuruyor. Amara Kültür Merkezi’ne… Cebo uyanıyor, bizleri karşılamak için akşamdan orada kalmış. Cebo, Gülsuyu’ndan Roboski’ye esmer tenli çocukların biricik abisi, Kobane’li çocuklara oyuncak bulabilmek için günlerdir uykusuz. Amara’nın bahçesinde çimenler uzanmış, küçük havuzda ördekler. Saat ilerledikçe kalabalıklaşıyoruz. Toplanan yardım malzemeleri taşınıyor durmadan. Boydan boya bir kahvaltı masası kurulmuş. Domatesler bir başka kırmızı, peynir bir başka güzel, karpuzlar dersen Amed’den. Sofradan kalkan lafa dalıyor, çimlere yayılıyor. Cebo söylemekten yorulmuş ya yine de durmuyor, “Yoldaş buranın havasından kolay kolay çimen yetişmiyor ya üstüne basıp ezmeyelim, bakın ne güzel yeşillenmiş.”
“Resmi” kurumlar son dakika işlemleri diyerek oyalıyor bizi. Basın açıklaması yapıp çıkacağız yola. Trabzonspor bayrağı pankartın ardında hemen Karadeniz’in çocukları, Kobanê’li çocuklarla buluşacak. Çerkez halkının bayrağı dalgalanıyor, Ferdane- Nartan- Sinem orada. Kara bayraklarıyla anarşistler en önde. Sanatçısı, doktoru, öğretmeni. “Devrimin işçilere ihtiyacı var” diyen Cemil Abi, hepimiz ayrı ayrı rengiz, rengârengiz. Basın açıklamasından Ezgi’yle Polen’e, takılmış gözlerim, yan yanalar. Tanıyanların söylediği, “Hiç ayrılmazlar”. Tanıdığımdan bu yana hiç ayrılmadılar. İkisinin de gözlerinin içi gülüyor o anı. “Arin’den Sibel’e yürüyoruz zafere!” sloganını haykırıyoruz. Bir gülüş asılı kalıyor dudaklarında. Birinin/birilerinin son gülüşünün gözlerinize çizili kalması ne demek, bilir misiniz? Amara’da o bahçede olanlar bilir. Herbirimizde birilerinin gülüşü kalmıştır. Bir tiz ses, bir toz bulutu. Rengarengiz dedim ya, renklerin düşmanları bir karanlık olmaya gelmiş bahçemize. Sonra mı? Saatlerdir görünmeyen polisler geliyor, kapıya barikat kurmak içinmiş. Cenaze arabalarının dahi önünü kesmek içinmiş. Yaralıları hastaneye götürmeyelim diyeymiş, anlıyoruz birkaç dakika içinde.
Bir kadın ağıdı yükseliyor. Biri yanında bağırıyor: “Sizi değil bizi öldürselerdi” diyor. “Siz misafirdiniz annelerinize ne deriz biz?”
Ördekler havuzda değil artık. Kan kaplı çimenlerde paramparça. 4-5 yaralıyla birlikte Suruç’lu birinin arabasına biniyorum. “Camları kapatın” diyor. Soluksuz kalıyoruz, dememe kalmadan cama bir gaz bombası geliyor. O amca, yaralıların olduğu arabalara gaz bombası atılacağını biliyor. Suruç halkı savaşın içinde yaşıyor, bir halk savaşı biliyor.
Hastane bahçesine atılan gaz bombaları, polisin üzerimize doğrulttuğu namlular arasında öğreniyoruz ölümsüzleşenlerimizi. Aylar sonra otopsi raporlarından öğreneceğiz birçok yoldaşımızın bombadan değil, atılan gazlardan yaşamını yitirdiğini…
Şennur anne ve tüm ailelerimizle birlikte aşındırdık mahkeme kapılarını. Ne zaman tükense soluğumuz annemizin “Hepiniz Polen koyuyorsunuz” deyip öpüşünden, elimizi tutuşundan güç aldık. Dava halen sürüyor. Şimdi Şennur anne toprak olup karışıyor 33’lere.”
Şehitlerimizin, yaralılarımızın, analarımızın gözyaşları affetmeyecek katilleri. Ne unutturacağız ne unutturacağız.