Ermenilerin o çukura atıldığı söyleniyor. Orada yaşayan yediden yetmişe herkes bize bu hikâyeyi anlatıyor. Halkın hafızasına öyle bir yerleşmiş ki daha okuma yazma bilmeyen bir çocuğun öğrendiği ilk tarihi olay oluyor bu düden
Selman Çiçek
Diyarbakır’dan 107 km uzaklıkta bir ilçe Çüngüş ya da Ermenilerin tabiri ile Cinkuş. Yani Ermenice; çoban aldatan kuş demek. 1915 yılında Ermenilere gerçekleştirilen soykırım öncesi Çüngüş’ün nüfusunun büyük bir kısmı Ermeni halkından oluşuyordu. Şimdi ise geriye resmiyette Türkçeleştirilmiş ama halk dilinde halen Ermenice olan köy isimleri, birkaç Ermeni kilisesi ve Ermeni düdeni kaldı.
Aslında Ermeni düdeni, Çüngüş’ün Elifuşağı denilen bir bölgesinde yer alan halk dilinde Elkan olarak bilinen bir yerde volkanik hareket sonucu oluşan bir çöküntü. Bu çöküntüye Ermeni isminin verilmesi, Ermenilerin yaşadığı trajedinin toplumsal hafızada yer almasıdır. Bu hafıza yüzyıllık bir soykırım gerçeğinin halen halkın bilincinde coğrafik bir olayda vuku bularak tazeliğini korumaya devam ediyor.
Dipsiz ve karanlık
Düdene yaklaştıkça önce bizi bir su sesi karşılıyor. Tıpkı bir çağlayan gibi. Öyle güzel akıyor ki sesi insanı çok uzaktan bile mest ediyor. Ancak yaklaştıkça beş metre genişliğinde bir çukur ile karşılaştığında suyun sesi seni tedirginliğe sürüklüyor. Beş metrelik çukurun görüntüsü öyle bir korkutucu ki daha fazla yanaşmaktan korkuyor insanı. Tabi yaklaştıkça korkutuculuğu artıyor. Dipsiz, kapkaranlık bir çukur. Sanki sonsuzluğun kaynağı, keşfedilmiş bir karadelik gibi. O kuyuya bir taş atıyoruz, taş düşüyor ama taşın düşme anına dair bir ses yok. O taş boşlukta kayboluyor gibi. Karacadağ volkanik patlamasının 100 bin yıl önce olduğu tahmin ediliyor. 100 bin yılda kapanmayan bir boşluk.
Halkın hafızasında düden
Ermenilerin o çukura atıldığı söyleniyor. Orada yaşayan yediden yetmişe herkes bize bu hikâyeyi anlatıyor. Halkın hafızasına öyle bir yerleşmiş ki daha okuma yazma bilmeyen bir çocuğun öğrendiği ilk tarihi olay oluyor bu düden. Ermenilerin katledilmesinden yüz yıl geçti, o çukurlara atılmasının üzerinden yüz yıl geçti. Ve o yüz yıl için milyonlarca insan o düdeni ziyaret etti, herkesin bir taş attığı düşünülürse 100 yılda kapanmayan bir boşluk. Halen karanlık ve dipsiz.
Musa Anter’in Hatıralarım’ı
1954 yılında seçim çalışması için Çüngüş’e giden Musa Anter, ‘Hatıralarım’ adlı kitabının ikinci cildinde, Güldoğanlar’dan Güllü Ağa’nın oğlu Mustafa Ağa’ya dayandırarak anlattır düdeni ve Ermenilerin yaşadığı acı sonu. Hatıralarım’da yer verilen hikaye, halk arasında yayılan hikayelerin aslında gerçeğin birer kopyası olduğunun da kanıtı: “Çüngüş acayip bir yerdir. Volkaniktir, dağlıktır. Eski eserlerle doludur ve de çok acılı hatıraları vardır.
1954’te seçim propagandası için Yusuf Azizoğlu, Mustafa Ekinci, gazeteci olarak ben ve diğer partililer Çüngüş’e gittik. Haliyle Güllü Ağalara (ki şimdi Güldoğan soyadını almışlar) gittik.
Sonra Mustafa Bey bizi Çüngüş’ten iki kilometre uzakta olan bir volkan kraterine götürdü. Adı, “Du deng” idi. Adı da şurdan geliyormuş: İçine bağırınca aynı ses sana aksediyordu. Denedim, aynen öyle idi. Malum, du deng, Kürtçede “iki ses” demektir. O kadar derin ki içine taş attım, sesi duyulmadı. Kışın içine bir dere akıyormuş. Derenin suyu 10 kilometre uzaklıktaki Fırat nehrine karışıyormuş.
(Mustafa Güldoğan’ın anlatımı) Ermeniler Diyarbakır’ın Seyrantepe mevkiine gelince, bunların yüzünü Siverek yoluna çeviriyorlar. Ve daha önce alınan tedbirle, bugün Pirinçlik dediğimiz yere gelince, hepsi aniden kurşuna diziliyor. Ondan sonra her gece, kapsülsüz bir dizi bomba ve fişek ve patlamaz tüfekler Ermeni ileri gelenlerinin evine bırakılıyordu ve sanki aramada bu silahlar orada bulunmuş gibi, seçme Ermeniler o gördüğümüz kilisede hapsediliyordu. Gece olunca bunlar alınır, diri diri Du deng’e atılırlardı.”