her politik hareketin değil ama yönetmenin ötesinde bir hedefi olan, belli bir dünya görüşünü temsil eden akımların tedrisatı olur. ve bir politik akımın tedrisatında hangi yazarların, hangi konuların yer aldığı çok şeyi belirler. tabii sol açısından bu isimler sadece örgütlü yapılar içinde oluşmuyor, kamuoyunda yazılarıyla popülerleşen isimler de bu tedrisatın parçası olabiliyor.
sol, 1990’lı yılların sonlarına kadar, esas olarak 20. yüzyılın devrimleri ve devrimci süreçleri içinden çıkan yazarları okudu, referans aldı; marx, gramsci, lenin, mao, ho şi minh gibi…
biliyorsunuz, artık öyle değil. ve bu değişimin iki boyutu var. birincisi şu; sovyet devrimi hâlâ birçok grubun tedrisatında ve argümanlarında yer alıyor, hatta zaman zaman olup biten bütün güncel şeyler 1917’ye kadar olan tarihte bir benzeri bulunarak anlaşılmaya çalışılıyor. (esas olarak akp karşıtı bir hareket olan gezi ile, adı üstünde bir komün olan ve kısa bir süre için bile olsa iktidarı ele almış bulunan paris komünü arasında kurulan paralellikleri hatırlarsınız.) buna karşılık, çin ve mao zaten adeta şaka konusu, vietnam vb. anti-emperyalist devrimleri de pek anan yok. ama batı akademisinin solcu düşünürleri önemli referanslar olarak okunuyor. bunların içinde benim de çok değer verdiğim yazarlar var, farklı seslere açık olmak da doğru ama bu referans değişiminin bir anlamı ve sonuçları olduğunu görmezden gelemeyiz.
muhtemel sebeplerden biri berlin duvarı’nın yıkılmasıyla simgelenen süreçte, birçok devrimin tasfiye edilmiş olması. bir başka sebep de bence, halk cumhuriyetleri olarak tanımlayabileceğimiz ülkelerle ilgili bilgilerin artık kendilerini solda tanımlayanlar arasında bile, basbayağı burjuva basınından edinilmesi. kore ile ilgili yazılanları hatırlayın.
ama akademik metinlerin solun tedrisatının merkezine alınması üzerine düşünürken hatırlanması gereken iki önemli nokta var bence. birincisi; akademik üretimin üzerindeki sınırlamalar geçmişe göre daha güçlü. sadece, örneğin yök sonrası türkiye’deki devlet baskısından söz etmiyorum, dünyanın pek çok yerinde akademik üretim her zamankinden daha fazla sermayenin yönlendirmesi altında. eserleri okunan yazarlar tabii ki bu baskı, sınırlama ve yönlendirmelerden azade çalışıyor ama sonuçta içinde yer aldıkları kurumların sınırları var.
ikinci ve bence bundan daha önemli bir nokta şu. teori, bir ideolojik perspektif halini aldıktan sonra gündelik politikaya tevil edilir, o politik yaklaşımdan çıkan malzemeyle propaganda yapılır. oysa bugün kitaplardan teori, dergilerden, internetten siyasi analiz, propaganda ve ajitasyon okuyoruz; arası adeta boş! bu yetmezmiş gibi bazı teorik metinler sadece başka teorik metinlerin tefsirine dayanıyor, dünyayı ve özellikle ülkeyi anlamaya çalışan, saha bilgisine dayanan akademik metinler de pek itibar görmüyor.
daha önemlisi şu bence. bir cümlenin akademi içinde, akademik derecesi olan biri tarafından üretilmiş olması onu sol için bir referans haline getirir mi? biliyorum, herhangi bir metne, yazıldığı tarih ve mekân dikkate alınmadan, her an ve yerde mutlak bir referans olarak başvurulması zaten sorunlu. ama tarihin bir aşamasında faşizme karşı mücadele etmiş ve bu kolektif mücadelenin başarılı olmasına fikirleriyle katkıda bulunmuş birinin, örneğin gramsci’nin ya da sömürgeciliğe karşı mücadeleye önemli bir perspektif getirmiş olan, örneğin fanon’un referans alınmasıyla, avrupa’nın bir üniversitesindeki akademik kariyerinde haklı bir başarı elde etmiş ve solu da ilgilendiren meseleler üzerine kafa yormuş olan bir düşünüre, örneğin deleuze’a başvurulması nasıl bir tutulabilir, nasıl benzer sonuçlar verebilir? hadi diyelim, illa akademi, neden sadece avrupa ve kuzey amerika?
türkiye’den de, adının başına akademik titrler bulunan, bunları anma gereği gören hiç kimseyi, böyle titrlere sahip olmayanlardan daha fazla dikkate almamız için bir sebep yok. devrimci, dönüştürücü bilginin, fikrin sağlaması tarih ve mücadele dışında bir yerde yapılmaz. o yüzden, sadece yeni bir akademiye değil, akademinin sınırlarından, hiyerarşisinden ve büyüklenmelerinden arınmış bilgiye, hayatla iç içe, onu gözlemleyerek ve yorumlayarak üretilen fikirlere ihtiyacımız var.