Eylül ayında yitirdiğimiz dostlarımızdan biri de, devrimci sendikacı Kamer Teyhani. Onu da İbrahim Sevimli, Nasuh Mitap, Ayşe Nur gibi kanser hastalığı aldı elimizden.
12 Eylül karanlığının sayısız elimizden aldığı, kaybedilenler, infaz edilenler yanında sayısını bilmediğimiz, son anlarına kadar direniş ruhunu elden bırakmayan, biraz da kahrından, erken giden dostlar var.
Hani ne derler, “dostun attığı gül yaralar beni”.
Hele hele atılan “gül” de değilse…
İnanılmaz aradan 18 yıl geçmiş!
“Halkın Kurtuluşu” gazetesinin editörü Veli Yılmaz, birçok diğer muhalif yayın organı editörleri gibi, yüzlerce yıllık hapis cezalarına çarptırılmışlardı.
Veli Yılmaz TCK 141-42. Maddenin kalkmasından sonra, bir gün kızıyla birlikte Kadıköy’de yolda yürürken geçirdiği bir ani kalp krizi sonucu ansızın ölüverecekti.
42 yaşındaydı daha.
Veli daha hapiste iken, “Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü” adlı 12 Eylül’ün cezaevlerine soktuğu basın mensuplarının, yasakladığı yayın organlarının raporunu çıkarmış, biz de Belge Yayınları olarak çıkarmıştık. Bir dönem tarihsel bir belge niteliğini taşıdı ama şimdi, yeniden “güncel” bir kitap oldu, aynı sorunların beter halde yeniden yaşanması ile birlikte.
Veli’nin kızının kitap yayınladığını duydum. Sevindim. Bir yerlerde Veli’nin de gülümser gibi olduğunu hissettim.
Veli Yılmaz, Halkın Kurtuluşu’nun editörü idi ve eşi Neyire Özkan, Demokrat gazetesinin en iyi muhabirlerinden biri idi. Öyle bir yelpazesi vardı gazetemizin.
Günlük gazete organize etmek dünyanın en komplike zor işlerinden biridir.
Hele bir de siyasal bir yaklaşımı varsa.
Demokrat’ın temel yaklaşımı faşizme karşı direniş idi.
Kollektif bir iştir, ama projenin hayata geçmesi için ikili bir maestroya ihtiyaç vardır.
Ömer Kamil olmasa, o gazete zor çıkardı mesela.
İbrahim olmasa, orkestra harmoniyi yakalamakta zorlanırdı.
Dursun Akçam, Emil Gamil Sandalcı, Gülten Akın, Enver Gökçe, Rezzan Gönen, Murat Belge ve diğer solistler olmasa, çok seslilikten tek sesliliğe düşülebilirdi.
Kamer’in Demokrat gazetesinin anahtarını Ömer Kamil’e teslim ettiği anı asla unutamam.
Metruk vaziyette kiralanan binayı, sendikal hareket içindeki diğer arkadaşları ile birlikte gönüllü çalışıp, yepyeni vaziyette teslim etmişti, bütün maliyeti üstlenerek.
Sonra hapse girdi darbeden sonra, direndi, birkaç yıl içinde tahliye oldu. Direngenliği sönmedi. Cezaevindeki arkadaşları ile, her türlü riski göze alarak, her türden dayanışmasını sürdürdü.
Ne yazık ki, yaşarken bir araya gelemediklerimiz ile ancak cenazelerde buluşur olduk.
Bizim çocuklarımız Deniz ve Sinan, Kamer ve Şehriban’ın oğlu Ulaş ile Metris kapılarında arkadaş oldular. Kızı Deniz, babasının cenazesine katıldığında henüz 8 yaşındaydı.
Harika bir can yoldaşın var Kamer. Şehriban. Hiçbir şeyden nemalanmayan, hep kendi ayakları üzerinde duran. Hala direngen, hakikatten yana, yanlış gördüğünü eleştirmekten sakınmayan. Bir de “Beyaz Türkler bunlar!” esprisi yapmaz mı? Neyse bu ayrı bir mevzu.
Bu kadar mı benzer çocukların huyları siz ikinize yahu. Ulaş harika bir belgeselci oldu. Şilan Deniz, yaman bir kadın hakları savucusu, sözünü sakınmayan… İyi bir yazar olmanın sinyallerini veriyor. Hepsine bir yerlerden gülümseyerek baktığını biliyorum. Onlar da bunu hissediyor.
Seni çok seviyoruz.
Seni çok özledik.