Kendisiyle herkes olmuş, bir başkasına sığamayacak kadar uzaklaşmış. Düşünmüş düşünmüş, o kadar ki vardığı yerin vaha olduğunu unutmuş. Hep hatıra, hep hatırla çünkü. Umuda çelme attığını ve hayallere barikat kurduğunu hiç fark edememiş. Yılgınlık değil, bir reddetme biçimi. Hayat biraz da reddetmekle yol alır, kavşak değiştirir ve haritasını yeniden şekillendirir.
Kırmızı bir öfke belleğindeki tüm manzaraların renklerini soldurur. Öyle ki gördüğü serap bile kırmızı. Düşünür, kan neden kırmızı bir güle hasrettir? Kendi dünyasını yaratamamış herkes tutsaktır, diye akıl verir kendine. Çok kişi olup kendini salmış yeryüzüne. Bu yüzden hep sürgün, her daim giden.
Heyecan desen yok, arzu desen gırla ama yetmiyor yaşamaya. Gündüz düşlerine müptela, gece rüyalarına unutkan yaşar. Durmadan kendine herkesi hatırlatan ve kıyaslayan bir vahşet tiyatrosuna seyirci. Replikleri geçmişinden çıkarıp savuruyor başkalarına, suflör olmayı bir tek kendine hak görüyor ve tekrarlıyor: Dünya bir başka yerdir.
Yeni düzen, yeni iş, yeni aşk, yeni isyan ama her ne olursa olsun bu yeryüzüne değmemiş olsun. İlk değil, birçok sonu kendinde biriktirip cevval olmuş bir şey ya da bir hareket. Lazım gelen ne varsa gelsin veya yeniden oluşsun. Kaybolan, yitip namını bırakan ne varsa dönsün. Olmadı saldırıp dünyaya, yakasından tutup kendini var etsin. Yeniden ama yeniden ve yenilgilerinden pişman olmadan eski kendine yaklaşsın.
Yaşamın hak ettiği değerin artık bir haksızlık olduğu inancı durduruyor onu. Gülüşe panik, yarınlara melankoliyi mubah gören, acının güzelliğine methiyeler düzen kendi yasalarıyla hükmediyor kendine. Sakınmıyor hüzünden ve üzülmekten. Çemberini aniden değil yavaş yavaş daraltmak en büyük uğraş. Bazen uğraşlarına savaş yükler insan. Bazen savaşı uğraş da görür insan. Teselli olacak ne varsa hepsine düşman. Yine de yalnız değil, herkes gibi, herkesten biraz.
Vazifesini kaybetmiş uyanmakla uyumanın alışkanlığı sürüklüyor onu yeni zamanlara. Karanlık ve sessiz olsun her yer diye bir sayıklama dudaklarında gizli bir dövme. Ehliyetini ve ehemmiyetini terk etmiş bir akıl, nereye götürürse orada. Her şey aklın hegemonyasına itirazla başladı ve öyle devam etti. Devamını sürükleyen herkes bir bütün olmaktan kaçmıştır. Parçalanan ne kadar paralasa da kendini, yetmez ancak yettiğini sandığını düşünebilir. Çünkü herkes bu dünyada avunmakla özgürdür.
Uzak, sürgün, geçmiş, gelecek, özlem ve daha neler neler tebelleş olmuşken sese ve söze, kimdir bekleyerek suskun kalan? Gölgesini peşinde sürükleyen ne kaldıysa, bakışa kendini gösteren kimse, orada ve onlardan ıraktır. Bu bile isteye kaçmak değil, olmamayı her an sayıklamak. İşte orada kendini bulandır, vazgeçmenin gücüne hayran kalan.
Masallarda kalan efsanevi mutluluk gelmeyecek, değil rüzgar, fırtına dahi sürükleyemeyecek. Tahribat her yerde yaşamaya müdahale ederken, var olmayan ve hiç olamayacak olanı özlemek. Kendisinde herkesten bir parça yaşayan, herkesle yalnız kalan, sürüklüyor bu hayatı ve zamana durmayı öğütlüyor. Dünya dur, durak kalmadı varılacak adrese yakın. Uzak ihtimaller hüsrana yenildi ve bir son diye kendini şöyle tembihledi: Özgürdür herkes kendinden. Bu hürriyetin ağırlığı altında çöktü istenen ne kaldıysa.
Haftanın kitap önerisi: Judith Butler, Antigone’nin İddiası-Yaşam ile Ölümün Akrabalığı / Çeviren: Ahmet Ergenç, Kabalcı Yayınları