Ahmet Güneş
Bilinenin aksine varınca, dalıp gidiyor insan. Öğrendikleri, öğrettikleri birbirini iteleyip duruyor. Deprem veya erozyon diyelim, yıkılan ya da kayıp giden. Öyle başlıyor her şeyin yeniden düşünülmesi, yoklanması ve düşürülmesi. Herkes bir defa şaşırır, sonrası ilk şaşırmanın gölgesinde kalır. Gölge ne tuhaf bir ihbardır…
Engellenen haykırışlar, çoğalan desturları kovalar. Sonra başlar itaatler, getirir tehditler. Övgüler sövgülere gebedir her daim. Yeri değişen bir eşya, yerinden koparılan bir ağaç, kaybolmuş bir eldiven teki, her şey yalnızlaştırılıyor. Çağın vebası ve aynı zamanda devası bu denli bir matematikle açıklanabilir. Çünkü izaha gerek duyar hisler, mizaha muhtaç kalır yaşananlar. Çerçevesi var, içi yok bir tablo gibi bu yaşamak.
İnsanın ardında bıraktığı, önünde düşündüğü o yaşamak, dünyaya bela, yaşamak fiiline eza. Coğrafya ya da biyoloji, yeraltı ve enerji, büyük bir atlas sonra ve birilerinin elindeki çantalarda gizli sınırlar, içlerinde katliamlar ve kıyamlar. İnsan taşıdığı şeylerin azabını ve asabiyetini terk etmeyi öğrenmedi hiç. Herkesin bir öncesi var, herkesin bir sonrası var; bir de sırası var.
Başarı netameli ve tekinsiz davranır hayata. Lanetlenmesi bir ihtiyaçken, baş tacı oldubitti. Mütevazi olan münzevi olmaya itilirken, saf yaklaşan deli olmakla yaftalanır. Dışarıda kim var, içeride kim kaldı, diye bir soru çınlasa, değişiverse yani gösterdiği uçurumdan yuvarlansa. Keşke ve oysa birbirine ancak bu kadar benzeyen bir dünya yaratır.
Teselliler ve telafiler tercihinde herkes geride kalır. Yerli bir itaatkârlık, yerleşik bir riyakârlık, yersiz bir neşe kıyasıya bir yarışta. En çok kaygıda. Geç kalmış bir kahkaha, sıradan gözyaşına kılavuz olur. Barbarlığın alkış, talanın daha çok seyirci bulduğu bir arenada direnmek; emsali ile koca bir mesafe açılır. Büyük direnmek bahşedilir, layığına kavuşsun diye.
Hesabı ve çapı tahminleri boşa çıkaran bir gelecek gelsin diye bunca öfke ve eziyet yan yana geliyor. Sonucun başlangıçla aynı yolda olmadığını çok açık bir şekilde anlatan bir roman, görmeyen bir ressamın çizdiği bir resim, adı ve sureti öldüğünde görülen bir isyancının çınlayan sloganı, belki değiştirir ölmenin anlamını.
Bahtiyar bir hüzün, bağımsız bir sevinç, nedensiz bir gülüş, işe yarayan bir ağlayış sürükleyecek hepimizi. Bağışlanmak kimin krizi bilinmez ama bir baharı ikiye bölmek, zıtlıkları özellikle karşı karşıya tutmak, çok örgütlü, çok aç bir avuç zevatın hülyası. Köprü ve barikat, sonra başka kaçış yolları varlığını duyurur. Kaçan kovalanacaktır, diye bir av yasası.
Hasta ruhlar, yorgun bedenler, kıyamet kadar bahaneler var. Öğütler düelloya çağıran bir sır gibi. Güncel tuzaklar, genel bir handikap, varlığıyla bir şeyleri yok sayıyor. Devamı hep ertelenmiş bir seyir, sonu kanla biten bir şenlik gösteriyor. Olanlar olması gerekenleri geride bırakıyor. Herkese paydoslar, her şeye izinler bahşedilsin.
Sızlayan bir hayal, geç kalmış bir serzeniş, vakitsiz bir isyan belki de. Düzeni bozguna uğramış bir hayat, kaosu sürgün edilmiş bir dünya, bir arada tutamaz kimseyi. Makas atılmış bir tutam saç herkesin elinde, bir matemin ertesindeyiz, bir sonun başlangıcında. Gereğinden fazla heyecanlı bir itiraz, paklar belki eskimiş bir yaşamı ve silkeler. Dökülen de kırılan da bizimledir, bizimdir.
Haftanın kitap önerisi: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, İnsancıklar / Çeviren: Sabri Gürses, Can Yayınları