Suriye’de eğitilip, donatılan Onur Gencer isimli faşist, 17 Haziran 2021 tarihinde HDP İzmir il başkanlığı binasında Deniz Poyraz’ı katletti. 6-8 Ekim 2014’de Kobani için sokaklara çıkan halkın eylemini selamladığı gerekçesiyle HDP’ye açılan Kobani Kumpas dava duruşması görülürken yapılan bu saldırı elbette bir siyasi mesaj taşıyordu. Büyük bir katliam yapmayı hedefleyen katil Onur Gencer’e karşı polisin şefkati, katilin hiçbir ilişkisini soruşturma gereği görmeyen, katili 24 saat bile gözaltında tutmadan tutuklamaya sevk eden savcının aceleciliği organize bir saldırının, üstünün örtülmeye çalışıldığını gösteriyordu. Dava süreci boyunca, polis-savcı-mahkeme heyeti hiçbir gerçeğin sorgulanmasına müsaade etmeyerek, Onur Gencer’e ceza verip davayı kapattılar. Tıpkı Hrant Dink cinayetinin, birkaç faşistin üzerine yıkılarak kapatılmak istenmesi gibi Deniz Poyraz cinayeti de örtbas edilmeye çalışıldı.
MHP’li üst düzey yöneticiler tarafından alınan kararla, Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş’in uyuşturucu çetelerine öldürtülmesi, AKP-MHP’nin kurduğu karanlık mafya düzenini su yüzüne çıkardı. Ortaya çıkan siyaset-Mafya-Polis-Adliye-uyuşturucu-kara para ilişkileri, Saray Rejimi’nin büyük bir suç yapılanması olduğunu kanıtlamakla kalmadı, polisin “arayıp bulamadığı” çetelerin, savcıların sümenaltı ettiği dosyaların aynı suç yapılanmasının bir parçası olduğunu da açığa çıkardı.
Suriye’de eğitim alan Doğukan Çep isimli torbacının, hem devrimci H. Ferit Gedik’i öldüren hem de MHP’den aldığı talimatla Sinan Ateş suikastını planlayan kişi olduğu kesinleşti. D. Çep’in, Rus pilotu öldüren ve birçok kriminal suçun faili Alparslan Çelik ile kesişen yolları, Suriye’de eğitim alarak İzmir’de ağır silahlarla donatılan çetenin Deniz Poyraz’ın katili O. Gencer ile ilişkisi son zamanlarda gerçekleşen saldırıların aynı merkezden yönetildiğini tahmin etmekten öteye geçerek somutlaşmasını sağladı.
“Her devletin içinde mafya var ama Türkiye’de mafyanın bir devleti var.” Geçmişte bu söz mafyanın devlet içindeki gücüne vurgu yapmak için abartılı bir söz kabul edilirdi. Şimdi ise dehşetle izlediğimiz bir gerçekliğe işaret ediyor. ‘90’lı yılların başlarında Mehmet Ağar ekibinin Kürtlere ve devrimcilere karşı kullanmak üzere giriştiği mafyayı “millileştirme” operasyonunun sonuçlarını bugün yaşıyoruz. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in, Susurluk’ta ortaya saçılan Devlet-Mafya-kontrgerilla ilişkisini “Devlet adına kurşun atanlar da, yiyenler de şereflidirler” dediği günden beri işlenen cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı vb. bütün suçlar “vatan-millet-bayrak” örtüsüyle örtülür oldu.
AKP-MHP’nin, 15 Temmuz sonrası devletin kurumlarını bir ganimet gibi paylaşması, yarı-resmi suç örgütlerini Suriye savaşının ortaya çıkardığı “olanaklardan” da faydalanarak resmi hale getirmesi “geleneksel devlet” yapılanmasının ortadan kaldırılmasıyla sonuçlandı. Bu tasfiye ve talan sürecinde, Suriye’nin Türk ordusu kontrollerine geçen bölgeleri üzerinden yürütülen faaliyetler son derece önemli. Zira, Suriye’de eğitilen faşist grupların, Türkiye sınırları içinde uyuşturucu, kara para, siyasi cinayetlerde kullanıldığı ve bunların adli merciler tarafından korunup-kollandığı tevatür olmaktan öte somut bir gerçeklik.
Deniz Poyraz’ın katledildiği saldırıyı planlayanlar, saldırganların ipini tutanlar, olayı örtbas etmeye çalışan kolluk, davayı başından savmaya çalışan savcılık, muhakeme yetkisi olmayan mahkeme… bunların hepsi, Deniz Poyraz’ı katleden çetenin ortaya çıkarılmamasının müsebbibi. Karanlıklar kontu M. Ağar’ın “Duvardan bir tuğla çekilirse bütün duvar çöker” sözüne sağdık kalarak tuğlanın çekilmemesi için bütün kurumlar seferber ediliyor. Suç imparatorluğunun “herkesin bildiği bir sır” olmasından, suçun yasama-yürütme-yargının içinde kök saldığının görülmesinden gayet memnunlar. Sedat Peker’in “Kanlarınızla duş alacağız sözüm korku imparatorluğu yaratmak içindi” şeklindeki itirafı yaşadığımız süreci özetliyor.
2023 seçiminden zaferle çıkmayı planlayan AKP-MHP açık bir diktatörlük ve kendine bağlı çetelerin SADAT benzeri kontra örgütlenmelere resmen dâhil edilerek (Suriye’de Selefi çetelerle yapılan işbirliğine benzer) Anayasal devletin “ağırlıklarından” temelli kurtulmak istiyor. “Şam’da Cuma namazı kılma” hayalinin suya düşmesi gibi, halkların ortak demokratik mücadelesi diktatörlük hayalini suya düşürecek elbette. Yaşamda hiçbir şey kendiliğinden olmuyor tabii ki. Topyekûn saldırıyı sadece topyekûn boşa çıkarabileceğini hiç unutmamak gerek.