Koronavirüs salgını kuşkusuz hepimizin hayatında birçok değişikliğe yol açtı. Hayatını kaybeden binler, her gün açıklanan sayılar, işsizler, risk altında çalışanlar, evine ekmek götüremeyenler, evlerine “sığanlar” ve gidecek bir evi dahi olmayanlar. Bugün itibariyle salgın bitse dahi görünen o ki hayatımızda etkileri yıllarca sürecek. Hükümetin yurttaşları kaderlerine terk ettiği, sağlıkçıların yeterli malzeme bulamadığı, işçilerin tedirgin işe gittiği ve birçok insanın evinde gelecek endişesi ile beklediği bugünlerde biz de farklı alanlarda çalışan yurttaşlara virüsün hayatlarında ne gibi değişiklik yaptıklarını sorduk.
Bazı haber kaynaklarımız işini kaybetme endişesi ile isimlerini, bazıları ise soyadlarını vermek istemedi. İşte su dağıtımcısından, hemşiresine, inşaat işçisinden, gazetecisine korona günlerimiz…
‘Çocukları evden uzaklaştırdık’
İsa (Aykan Demirel) 30 yaşlarda İzmir’de yaşayan ve 80 kişinin çalıştığı bir fabrikada Güvenlik görevlisi olarak çalışıyor. 13 yıldır bu işi yapıyor. Ve başlıyor kendi koronasını anlatmaya;”Evli ve 2 kız çocuğu babasıyım. Yaklaşık bir buçuk ay öncesine kadar hayatımızda her şey normalken dünyaya hızla yayılan ve hepimizi derinden etkileyen virüsle karşı karşıyayız” diyor ve iş yerinde bu süreçte yaşanan değişiklikleri anlatıyor: “İşyerinde bir takım önlemler alınmaya başlandı. Firmaya girişi yapan her insanın ateşinin ölçülmesinden, yemekhanede tuzlukların kaldırılmasına kadar.”
Ve bir de değişen davranışlar var tabi diyor ve ekliyor; “İnsanların birbirine şüpheyle bakması, korkudan kimsenin hapşırmaya, öksürmeye cesaret edememesi…” İsa ve eşi çalışıyor. Eşi de bir gıda firmasında çalışıyor ve ikisi de hayatlarını idame ettirmek için çalışmak zorunda olduklarını belirtiyor.
‘Endişe bitmiyor ki…’
Ve bu süreçte onları en çok üzen değişikliği ise yine ondan dinleyelim; “Sosyal mesafeyi korumak adına sevdiklerimizden uzak kalıyoruz ve bu çok ağır. Eşimle çalışmak zorunda olduğumuz için çocuklarımızı anne ve babama bırakmak zorunda kaldık. Hem onların hem de annem ve babamın sağlığını korumak maksadıyla onlardan uzak durmak zorunda kalmamız coronanın bizden götürdüğü. Bu sevdiklerimiz için onlardan uzak kalmak… “Endişeler bunla bitmiyor tabi diyor, büyük kızının eğitime internet üzerinden devam etmesi onu endişelendiren bir diğer durum oluyor. “Okul tatil olduğu için kızımın evden eğitimine devam etmesi acaba yeterli mi diye düşünmeden edemiyorum. Bu çocuğumun geleceğini nasıl etkileyecek kaygısı taşıyorum.”
‘Anneleri pasta yapıyor küsmesinler diye’
Kızlarına sarılmayı ve onları parka götürmeyi çok özlediğini söylüyor ve devamında ise; “10 gün oldu. Arada uğruyoruz tabi mümkün oldukça sosyal mesafe kuralına uyarak ama çocuk işte sarılmak istiyor, oynamak istiyor, öpmüyoruz diye küsüyor. Ben kızlarımın üzülmesine dayanamam bazen kural ihlali yapıyorum ama içimde bir tedirginlik var hep. Annem kronik hasta, babam 65 yaş üstü biz eşimle ihtiyaçlarını market pazar alışverişlerini yapıyoruz ve çocuklar sırf kalsın diye eşim evden onları mutlu edecek kurabiye gibi yiyecekler hazırlıyor bırakıp geliyoruz. ”
‘Kızlarımı sinemaya götürmek isterdim’
Biz de “evde kalmak” isterdik diyor “ama çalışmak zorundayız” diyerek, firmalarının risk durumunda olan işçileri izne çıkardığını ancak kendilerinin çalıştığını söylüyor. “Dilerim bu virüs illetinden bütün dünya kurtulsun” diyor ve süreç biterse ilk yapmak istediği şeyi soruyorum. “İlk işim kızlarımı en çok istedikleri sinema filmini izlemeye götürmek olacak” diyor ve şu sözle bitiriyor; “Bu sürecin bize kazandırdıkları da var tabi zamanın ve sevdiklerimizle yaşayacağımız her anın kıymetini bilmek…”
‘İşsizliğimize işsizlik kattı’
Devrim Zal 24 yaşında İstanbul’da müzisyenlik yaparak hayatını kazanıyordu. Ancak 16 Mart’ta eğlence merkezleri kapatılınca işsiz kaldı.
Ailesine bakmak için liseden sonra çalışmaya başlayan Devrim, birçok işi denedikten sonra müziğe başlamış. “Bizim gibi alt sınıftan birinin her iş kolunda ezilmesi çok olağan bir durum haliyle bizim işimizin zor de zorlukları var” diyerek yaşadığı zorlukları sıralıyor: “En başta mekânlarla sorunsuz yaşanmaz gibi bir durum var. Ben İstanbul piyasasında çalışıyorum. Ve bu piyasada müzisyenseniz neredeyse hiç bir mekânda varlığınızı belgeleyemezsiniz. Denetim yoktur varsa da mekâncı rüşvet ya da tanıdığından rica vasıtasıyla sizi pek ala güvencesiz çalıştırabilmekte. Sözleşmesiz, güvencesiz çok komik ücretlere çalışmak durumundasınız. Güvencesiz çalışmamızdan ötürü yılımızın neredeyse 4 ayini işsiz kalmak ya da iş aramakla geçirmekteyiz. Bu yıl da kendimizi ramazan vesilesiyle işsiz kalmaya hazırlamaya çalışırken coronadan ötürü neredeyse bir ay daha erkenden işsiz kaldık.”
‘Meğer işimi seviyor muşum’
Bu süreçte her şeyimizi cebimizden karşılamak zorundayız diyor ve bu sürecin psikolojik zorluklarına da değiniyor “Kendimi pek hazırlayabildiğimi de söyleyemem. Muhtemelen bütçe olarak ramazan ortasını göremeyeceğim. Tüm bunların da ötesinde arkadaşlarımızla her gün görüşür hasbihal ya da müzik yaparken artık aynı evi paylaştığımız ailemizle bile aramıza mesafe koymak zorunda kaldık.” Ve yine sürecin hayatına etkilerine değiniyor, “Yıllardır sahneden insanlara bakar onlara yüreğimizle dokunurduk. Ellerimize hiç ihtiyacımız olmadı. Ama artık o insanları göremiyoruz da maalesef. 1 ay oldu. Çalıştığım ortamı bu kadar sevdiğimi ben bile tahmin etmezdim. İsimi meğer çok seviyormuşum.”
‘Ben nasılsa virüs kapacağım’
Süheyla 30 yaşında ve 8 yıldır özel bir sağlık kuruluşunda Tıbbı Sekerter olarak çalışıyor. Ve bu süreçte risk altında çalışmak zorunda kalanlardan. Kendi koronasını anlatıyor. “Salgın sürecinde en çok risk altında olan gurupta yer alıyoruz. Süreç çok şeffaf olmayan ve plansız bir şekilde yürütüyorlar. Dolayısıyla da korku, panik ve endişe yaratıyor” diyor ve ailesiyle yaşadığı için taşıdığı endişeleri paylaşıyor; “Ailemle yaşadığım için onlara bulaştırma korkusu yaşıyorum. Bana bir şekilde bulaşacağını kabul etmiş durumdayım ama ailem için endişeli durumdayım.”
‘Arabaya dahi binmiyorum’
“Çalışmak zorundayız ve bunun karşılığında sağlığımızdan olacağız durum ne yazık ki bu şekilde” diyor ve yaşadığı endişeleri sıralıyor: “Her gün aynı korku ve kaygı ile işe gidiyorum. 20 dakika yürüyerek işe gidiyorum. Toplu taşıma kullanmaktan korkuyorum. Ailemle yaşıyorum dolayısı ile en büyük korkum onlara bulaştırmak. Sürekli kaygılıyım bu nedenle. Mümkün oldukça kendimi onlardan izole etmeye çalışıyorum.”
‘Parayı sokağa bırakıyorlar’
İş kaygısından dolayı ismini vermek istemeyen 30 yaşlardaki ve İstanbul’da su dağıtımında çalışan bir işçinin yaşadıkları ise işin başka bir boyutunu gözler önüne seriyor.
İş yerleri kapandığı için sadece evlere su servisi yapıyor. Zor değil mi diyorum; ” Mecbur, zor olsa da ekmek parası” diyor. Virüs çalışma koşullarını değiştirmiş onun da “Tedirgin olanlar var” diyor ve anlatıyor; “Kimisi kapıya bırak diyor suyu. Ya da parayı bırakmış bir yere oradan al diyor. Yanaştırmadan, sokaktan verip gidiyorsun sen de, kiminin suyunu da sokak kapısında bırakıyorsun eve gitmeni istemediği için.”
‘5 kat çıkıyorsun, nasıl takayım’
Günde kaç eve girip çıktığını soruyorum; “Günde 10 -20 tane eve girip çıkıyorum” diyor. Maskesi dahi yok, soruyorum tabi. Böyle onun için de risk değil mi diye ve cevabı aslında sürekli maruz kaldığı zorlu koşulları da gözler önüne seren bir cevap oluyor; “Maskem var ama mesela 5 kat yukarı çıkıyorsun. Nefes alamıyorsun” deyip bütün bunlara rağmen “Tedirginiz ama çalışmak zorundayız” diyor.
Ekmek arası ıspanakla girdi hayatımıza
İnşaat işçisi Bedirhan Aslan 24 yaşında. Bizler onu Bakırköy’de çalıştığı inşaatta kendilerine reva görülen ekmek arası ıspanak görüntüsünü paylaşmasıyla tanıdık. Videodan sonra işten çıkarıldı tabi hakları verilmeden. Bedirhan anlatıyor kendi koronasını;”Maalesef biz fakirler için daha kötü oldu bu virüs. 6 kişilik bir aileyiz şimdi aileden çalışan da, herhangi bir gelirimiz de yok” diyor.
‘Ailede çalışan kimse yok’
Şehirlerarası yolculuk yasak olduğu için memleketi Mardin Kızıltepe’ye de gidememiş. “İstanbul’da bir akrabamda kalıyorum ve ne yapacağımı bilmiyorum. İş imkânı da kısıtlı virüs dolayısıyla neredeyse tüm işyerleri kapalı. Ortada kaldım, ne yapacağımızı bilmiyoruz. 6 kişilik bir aileyiz ailede çalışan yok şimdi” diyor vurgulayarak.
‘Sadece evime gitmek istiyorum’
“Benim tek planım ailemi geçindirmek başka hiç bir şeyi düşünmüyorum” diyor Bedirhan ve videodan sonra yaşadıklarını anlatıyor; “Videoyu paylaşınca çoğu insan bu acıyı duydu ve bu acıyı paylaştı. Yardımcı olmak isteyen çok insan oldu allah hepsinden razı olsun ama herhangi bir yerden gelirimiz olmadığı için maddi ve manevi sıkıntılar çekiyoruz. Ben videoyu paylaştım herhangi bir şey karşılığında değil kesinlikle duygu sömürüsü yapmadım. Sadece yaşanılan olayı duyurmak istedim hakkımı aradım boyun eğmedim ve susmadım.” “Günlerim beklemekle geçiyor” diyen Bedirhan, “Bir an önce ailemin yanına varmak istiyorum. Zorlu günler yaşıyorum ve bir umut kapısı bekliyorum. Gördüğüm üzere tablo iyi değil hele ki asgari ücretle çalışan insanlar daha çok mağdur, daha çok sıkıntılar çekiyorlar” diyor ve “Nasıl olacak bilemiyorum” diyerek son veriyor konuşmasına.
Özgür basında olunca…
Gülşen Koçuk kendi camiamızdan yani Özgür Basın çalışanı. Bizler de bu süreçte herkes kendi OHAL’i alsın diyerek bütün çalışanları salgına karşı korumasız bırakan iktidara karşı kendi önlemimizi alarak evlere çekildik ve bu şekilde çalışmaya devam ediyor. Gülşen JINNEWS’in editörlerinden 7 yıllık bir gazeteci ve Diyarbakır’da yaşıyor.
Gazeteci olması ve durduğu yer itibariyle onun kaygıları haliyle kendi kadar öncelikle toplumun yaşadıkları, cezaevindeki arkadaşlarımız. “Her yeni süreç, yaşamı da toplumu da yeniden şekillendiriyor” diyor Gülşen ve aktarıyor yaşadıklarımızı: “Emekçisi, işçisi, işsizi bir ay önce farklı koşullarla karşı karşıyaydı, şimdi farklı. Bu durum bizim için de geçerli.”
‘Tek başınalığın zorluğunu yaşıyorum’
Kürt basınında olanın “her an her şeye hazırlıklı olma” halini hatırlatıyor ve “Kendimizi psikolojik olarak her türlü ihtimale hazırlarken, çok ani bir şekilde evlere kapandık” diyor. Bu süreçte onu çok zorlayan ve özlediği kolektif çalışma şekli. Doğru haber vermek için sürekli tartışma yürütürdük ama şimdi bunu uzaktan sürdürmek zor oluyor, diyor. “Fiziki olarak ‘tek başına’lığın zorluğunu yaşıyorum” diyor ve JINNEWS’in tamamının kadın olmasından kaynaklı yaşadığı duyguya da değinmeden geçmiyor; “Galiba kadın çalışma grubunda olmanın avantajlarını da yaşıyorum. Fiziki uzaklığa rağmen hala dayanışmayı diri tutmaya çalışıyoruz, grup olarak. Gazeteciliğin özüne ters belki de eve kapanmak. Bu nedenle hala da bu sürece alışma aşamasında olduğumuzu belirtmeliyim.”
‘Kahkalarını özledim’
Evde olmanın zorlukları sadece bununla bitmiyor tabi ve başlıyor özlemlerini anlatmaya; “Haber merkezinin kalabalık, kimi zaman yoran gürültülü hallerini özlememek imkansız. Sabah kahvaltılarını, bir haber için çetrefilli tartışmaları, kahve saatlerini, yanımda kahkaha atanları özlememek mümkün olmuyor. Maalesef zorlu ve ‘keşke olmasaydı’ dediğimiz bir süreç. Ancak aynı zamanda birçok şeyin değerini de anladığım bir süreç. Dayanışma gibi… Dayanışmanın ne kadar hayati olduğunu bu süreçte daha iyi gördüğümü söyleyebilirim… İşimi sabırla sürdürmemin sebebi ise bir gün yine haber merkezinde, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma sarılacak olmamdır.”
‘Yemek benim işim değilmiş’
Evde çalışmanın zorlukları da var tabi diyor; “Büroda çalışmaktan daha zor oluyor. artık konuşarak değil yazışarak iletişim var. Bilgisayar başından kalkamaz oluyoruz.” Bir süre birlikte de çalıştığım için disiplinini bilsem de, peki gün nasıl geçiyor diyorum ve beklediğim cevap geliyor; “Yine erken uyanıp gündem taraması yapıyorum. Özel haberlerim varsa onların planlamasını yapıyorum. Çalışma disiplinini hiç değiştirmemeye çalıştım. Henüz bir kitap okuyacak vakit yaratamadım ama… Bir de yemek yapmak yorucu. Öğün öğün düşünmek hiç benim işim değilmiş:) ”
‘Arkadaşlarımız için…’
Fazla kendini anlattığını düşünerek yeniden gazeteci kimliği ile sorumluluğumuzu hatırlatıyor Gülşen son olarak; “Bu mesleğin en önemli sorumluluğu gerçekleri karanlıkta bırakmamak. Salgın sürecinde bu görevin sorumluluğu daha da ağırlaşıyor. Çünkü sayısız bilgi kirliliği içinde halka doğru ve sağlıklı bilgiyi, doğru temelde ulaştırmak çabasındayız. Evlere taşınmış olsak da hem cezaevlerinde gerçekleri yazdıkları için tutsak edilen meslektaşlarımız için hem de alanlarda gerçekleri yazmak için haber peşinde koşan arkadaşlarımız için biz de sorumluluğumuzu yerine getirme çabasını sürdüreceğiz.”
Bir kentin moral kaynağı
İpek Çetinkuş 35 yıllık anestezi teknisyeni bir sağlık emekçisi. Aynı zamanda SES üyesi olan Balıkesir Bandırma’da yaşayan İpek abla, tabiri caizse bütün şehrin bu süreçteki moral kaynağı. Ne kadar yorucu olsa da süreç, o sık sık canlı konserler ya da erik dalı oyunu ile herkesi evinde tutmaya çalışıyor. Kimi kızıyor sosyal medya hesaplarından kimi rica ediyor.
‘Hasta gözlerime bakıyordu’
Kendi koronasını ve ilk günlerde yaşadıklarını ondan dinleyelim; “Covid -19’lu bir pozitif hasta açıklandığı an eyvah dedim kaçınılmaz son bize de geldi. Nöbetçiydim, mavi kod verildi solunum yolunu açma malzemelerimle gittim. Hasta nefes almak için çırpınıyordu. Gözleri gözlerimde aman diler gibi bakıyordu. Ne büyük bir acıdır o anı yaşayan için…”
‘Havlu atmak yok dedim’
“Müdahalemi yaptım. Ama ben artık ben değilim…” diyerek bu sürecin onun için başladığını belirtiyor ve devamında; “Bazen isyan ediyorum; Ne olacaksa olsun bitsin diye” düşündüğü zamanlar az olmamış. Ama yine toparlamış kendini çünkü; “Aklıma çocuklarım geldi. Onları babasız büyüttüm. Ben de olmayınca yalnız kalacaklar. Sonra bensiz günlerin talimatını verdim kendimce.” “Sonra vazgeçtim” diyor ve anlatıyor sonrasındaki süreci; “Ne oluyor dedim. Hayatı hep mücadele ile geçirmişsin, var mı havlu atmak. Tekrar adrenalin depoladım çevreme de moral vermeye başladım. Sosyal medyayı daha etkin kullanıp yaşadığım şehri motive etmeye başladım. Öyle hızlı bir kitle oluştu ki bu motivasyon da sözlerimi de harfiyen yerine getirmeye başladılar.” Ne yapmıyor ki İpek abla; “Fotoğraflar yayınladım ve sürekli maske takmaları konusunda ısrarcı oldum ve talimat veriyordum ‘takın diye’. Bu güven öyle yayıldı ki bir gün mesaj vermezsem stresle neredesin geri dönüşleri almaya başladım.”
‘Meğer hiç gerek yokmuş’
Ve bu sürecin asıl değişimini ise şöyle özetliyor; “Özgürlük mücadelesini alanlardan eve sığdırdım böyle bir değişim geçirdik hep beraber. Ve şunu anladım bir ayakkabı, bir mont, bir pantolon ve kazaktan fazla ihtiyacımız yokmuş. Farkında olmadan tüketim toplumu olmuşuz, ihtiyacımız fazlasını alıp ( yiyecek ve giyecek de) sonra fakir ve aç insanlara elimizdekini paylaşmayıp, söylemlerimizde vicdan rahatlatmışız.”