Her şeyin yıkıldığı, sarsıldığı ama bir türlü yeni bir şeylerin yaratılamadığı, dahası toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan, kimi ilişki biçimlerinin tümden anlamını yitirdiği, tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Örneğin, Carl Schmitt’e göre, ulusun inşası sürecinde, dostluk/düşmanlık bir toplumsal ilişki biçimi olmanın ötesinde, modern devletin kalbinde siyaseti kuran temel karşıtlıktır. Nazilerin de akıl hocalığını yapmış olan Schmitt’e göre, siyasetin amacı, düşmanları bertaraf etmekten ibarettir.
Peki, at izi ile it izinin karıştığı şu zamanlara ne demeli? Sanki “herkes herkesle dostmuş gibi” değil mi? “Dostum Putin, dostum Trump” çiğliği iyice kabak tadı vermişken; muhalefete karşı “işte bunlar dış güçlerin maşası, emperyalistlerle birlikte milli hükümeti devirme peşindeler” diyerek halkı kışkırtmanın adına “politik deha” deniyor bugünlerde. “Küffara karşı şiddetli olacağız” sözü her ne kadar dinsel mahiyette bir sözcük gibi görünse de amacında ABD, Rusya olmadığı aşikâr. Küffar sözcüğünün güncel karşılığı Müslüman olmayan, kâfir değil, AKP’li olmayan ya da AKP’ye boyun eğmeyen herkestir.
Yani dost/düşman işi biraz daha karışıyor… Bazen herkes herkesle dostmuş gibi, bazen de herkes herkesle düşmanmış gibi… Keşke muktedirler, “homo homini lupus” filan dedirtecek kadar net konuşabilse… Ama görüntüdeki bu bulanıklığın tek müsebbibi, AKP ve onun muktedirleri değil, her fırsatta, içi yana yana Yenikapı Ruhu’nu çağırma ayinine katılan CHP de bu değişen roller siyasetinin daha az müşterisi değil.
ABD ve Rusya ile boy ölçüşemeyen “alt emperyalist” olma rolüne razı olan AKP, savaş siyaseti ve savaş ekonomisi yürüterek tükenmiş olan ömrünü uzatma peşinde. Savaş ekonomisi yoksulluğun hızla yayılması, savaş siyaseti özgürlüklerin gasp edilmesi anlamına geliyor. Her köşeye sıkıştığında “joker hakkı” olarak savaş çıkarıyor. Bütün partilerin birbirine düşman göründüğü ortamdan, ışık hızıyla (HDP hariç) “herkes herkesle dost gibi” göründüğü yeni bir boyuta geçiyorlar. Özgürlük, demokrasi, emek gibi değerleri bir iki savaş ganimeti, mandal, leğenle değiştirmekte beis görmüyorlar. İktidar grevleri yasaklamakla övünüp, Soma maden işçilerinin karşısına jandarmayı dikerken, CHP’li Maltepe Belediye Başkanı hakkını isteyen işçileri gözaltına aldırmak için polis çağırabiliyor. “Alevilik, çağdaşlık, demokratlık” lakırtısıyla iki dönemdir başkanlık koltuğunu işgal eden Ali Kılıç’ın cilası emek mücadelesi verenler karşısında pul pul dökülüyor. İYİ Parti adını taşıyan ama “parti olmayan parti” gibi davranarak büyüyünce MHP olmayı hedefleyen ırkçı çevrenin gündeminde emekçiler ve özgürlükler zaten yok. MHP’den daha milliyetçi olduklarını kanıtlamak için Ermeni Soykırımı’nı inkâr etme maksatlı ama aslında soykırımı üstlenen bir biçimde “Kız çocuklarımıza bile Talat adını vereceğiz” diyerek uzun yıllar egale edilemeyecek ahmak söz söyleme rekorunu kazanmış oldular. Emek, demokrasi, özgürlükler konusunda hep beraber üç maymunu oynuyorlar, savaş, inkâr, imha, kayyım konusunda “milli birlik ve beraberlik” içindeler. Olmayan cumhuriyetin bayramını kutlamaya, olmayan hukukun üstünlüğünü savunmaya, olmayan laikliğin bekçiliğini yapmaya pek hevesliler. İllüzyon ustalığıyla olmayanı varmış, başımıza gelenleri yokmuş gibi göstermek için Saray’daki adam “hokus pokus” dediği an “milli çıkarlarımız söz konusu, içimiz yana yana alkışlayacağız” diyen basiretsiz muhalefet bizlerin başına gelen felaket, AKP’nin başına konan talih kuşudur. RTE ıssız bir adaya düşse herhalde yanına alacağı üç şey “MHP-CHP-İYİ Parti” olurdu. Gemiyi batıran RTE’ye bu üç parti her defasında filika olmasa bugün Saray iktidarından söz ediyor olmazdık herhalde.
Yazar Barış Bıçakçı, “Herkes herkesle dostmuş gibi” adlı öyküsünde “pasaj esnafını toptan astronot yapıp uzaya yollayacaklardı, oksijensiz yaşamaya alışmışlardı pasajda” diyerek sanki bizim muhalefet esnafını betimlemiş. Özgürlük ve demokrasi olmadan yaşamaya, ülkenin faşist atmosferde havasız kalmasına hem ortaklar, hem de alışıklar. Mars’a gönderilen ilk insanlar olsalar kesinlikle havasızlıktan ölmezler.
Dünya halkları ayakta, sermayenin bitmeyen sömürüsüne itiraz sokakları kuşatmış durumda. Ortadoğu’da savaş bütün halkları kasıp kavuruyor. Rusya, ABD’nin ayağının kaymasını, ABD, Çin ve Rusya’nın darboğaza girmesini, Avrupa dengeler arasında kazancının eksilmemesini, Türkiye arta kalan kırıntıların kendine verilmesini bekliyor. Kurtlar sofrasında sahte gülücükler, komplimanlar, nazik sözler havada uçuşuyor. Çarşı birazdan karışacak, biliyoruz.