Her yeni güne yepyeni bir üzüntü ile başlıyoruz. Geçmiş ile gelecek birbirine uzak yerlerde ve ayrı dünyaların içinde oturup kendine bakıyor. Her bakış bir üzünç noktası, sonra bir harita oluverir. İnsan geçmişini hatırlayarak kaybolabilir, geleceğini düşünerek düşebilir. Yeni olan ne varsa, hep bahsedilen ve beklenen neyse gelmeyecek. İnsan bildikleriyle bir yere varamayacak.
Unutulmayan ne çok şey var. Bu yüzden her an anımsamayla tembihli. Günler geçer, gündemler değişir, kederler yerinde kalır. Delinmiş bir dünyada, delirmiş bir çağın içinde debeleniyoruz. Derdimiz, tasamız buralara yabancılaşmış. İnsan nereye dönüp baksa kendine dair bir şey ile karşılaşmaz.
İnsan unutan biri ve unutulan bir yerlerde kendini arıyor. Herkes bir diğerinin yolüstü, uğrak yeri ve sonra da bekleme yeri. İnsan çok çok eski zamanlardan beri birilerinin veya bir yerlerin bir şeyi. Daha kesin ve daha kesif konuşmalı insan dünyada ve dünyayla. Her daim çember ve içinde bihaber.
Her şey bir zamanlar ihtimal dahilindeyken, ihtimaller artık dünyanın dışında, insanın düşünde. Engeller, barikatlar, bentler sürekli insanın önünde. Hep bir bariyeri devirme telaşı, bir yerleri aşma merakı, bir yerleri yıkma kaygısı. Felaket yılları, kıyamet çağrıları durmadan kendini yeniliyor. İnsan çağırır ve çağırdığına sağır kalır.
Dünyada mahsur kalandır insan. Kahrolmaktan kaybolmuş, kovulmaktan korunamamış. Birilerinin ödediği, birilerinin ise harcadığı ömürler var, ölümlere ramak kalmış. Adı konulan ne varsa ve koyan kimse illaki varlığını bir yokluğa sürükleyecektir. Bir kehanet değil, değişmeyen ölümcül bir gerçek. Herkesin bununla sınandığı ve sınanacağı da bir gerçektir.
Sıkıldığına varan, sakındığına sığınan insan, böyle nereye? İnsan bir cevapla teselli olamayacak kadar soru dolu. İnsan bir başkası olarak doğar, öyle de kalır ve sonra başkalaşmış olarak ölür. Ardında bir leke, bir iz bırakarak ve bıkarak gider. Bize düşen gidenlere bir yer, bir de mekân bulmak kalır. Herkes zaten kalmayacağını bile bile kalanlara vaatler verir.
Çağrılmayan ne kaldı da insan yeni sesler ve yeni anlamlar kovalar? Bezmiş bir ayrıntı geri kalan bütünü zan altında bırakır. Dünyanın kaidesi istismar edilirken, istikrar kimin yarasına derman? Dolu dizgin koşan bir atın düşmesi tüm alkışları ıslıklara bırakıyor. İnsan bir badiredir, herkese de bela olandır. Geldiğimiz yer gideceğimiz yerden uzak değildir.
Bugünlerde sık sık kurtarmaktan bahsediliyor, kurtarılmaktan aman dileniyor. Buraya bir şerh ve birçok soru koymak gerekiyor. Her izah harf düşürüp harp çıkarıyor. İnsanın kafası karışınca bir şeyleri karşılayamıyor ve karşılaşmak istediğinden son sürat kaçıyor. Beklenen ne varsa ve kaldıysa unutma duvarına çarpıp dibine düşüyor.
Her şey biraz daha fazlasına, biraz daha zamana muhtaç yaşıyor, hem de ölene kadar bunu infaz ediyor. Ölümün öncesi yaşamak, yaşamanın sonrası ölmek. Burada devran böyle hesapsız ve kitapsız dönüyor. Dayanmak, katlanmak ve saymak kaldı bize her şey için ve herkesin payı için. Ötesi berisinden beter bu güzergah artık puslu ve pusulasız.
Azarlanarak azalan, ayrılarak aykırı kalan, arttıkça artıklaşan biz ve tek tek insan cehenneminde cenneti düşlemek azabı, budur burası ve bu kadardır cezası. Zaten bir yerlerde denilmişti; insan suçtur ve her şeyin suçlusudur. Bir rivayet en nihayetinde birilerinin kaderinde kederini sürendir. Güç ve zafer bıktığını duyar ama yine arar.
Hatırladıkça unutmak istediğimiz ne varsa odunumuzdur, yaşadıklarımız ateşimizdir. İnsan yandıkça çağı da yakar ve yakalanır. Yakılan insanın yıkıntılar arasında dolaşmasına dünya denir, öyle bilinir ve öyle çağrılır. Adımızla, sanımızla ve şanımızla çağrıldık, hepsini bir bir düşünerek düşürdük. Birilerinin düşüydük hep ve gerçekten düştük.
Haftanın kitap önerisi: Julian Barnes, Oklukirpi/Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları