Diyarbakır’da herhangi bir gündü… Köşe başları kavşaklarda zırhlı araçlar nazlı nazlı geziniyor, belediyelerin önüne dantel gibi sıralanmış polis kordonları tüm nizamiliği ile endam ediyordu. Şehrin semalarına kâh emniyet helikopteri yükselip Bağlar’ı, Sur’u turluyor, kâh jandarma helikopteri kalkıp Lice’yi, Kulp’u dolaşıp geliyordu. Güvercini, serçeyi kıskandıran demir kuşlar şehrin girişlerindeki kontrol noktalarını ve o noktalarda GBT kontrolü için bekleyen araçları selamlıyordu. Suriçi’nde 3 yıldır yasaklı ve kapalı olan alandan tatlı tatlı iş makinası sesleri yükseliyordu. Haftayı ve dahi kepengi siftahsız kapatan esnaf müşteriden umut kesmiş, evinde Ramazan’ın rahmet ve bereketine sığınıyordu. Bulutsuz gökte güneş parıldıyordu. Sıcağın değdiği duble asfalttan ince ince yükselen buhar yüzleri yalayıp geçiyordu. Gençler sokakta karşılaştıkları -ki karşılaşmamaları namümkün- polislerle neşe içinde göz göze gelmemece oynuyorlardı… Uzatmayayım, Diyarbakır’da her şey son 3 yıldır olduğu gibiydi. Olağanüstünün sıradan, gerçek sıradanın unutulduğu günlerden bir gündü…
Bu kadar “sıradan” bir günün neden bu izlenimin konusu olduğuna gelince. Takvim 3 Haziran’ı gösteriyor, günlerden pazardı. AKP’nin Diyarbakır seçim mitingi vardı, cumhurbaşkanı gelmişti. Her şey “alıştığımız” gibiydi. Şehir merkezi Siirt, Elazığ, Urfa, Konya ve hatta Afyon plakalı araçla dolup taşmıştı. Ya Diyarbakır’ın geleneksel düzgün Türkçe konuşma günüydü, ya da şehir bir günde “iç turizm” patlaması yaşamıştı. Nitekim miting de son anda İstasyon Meydanı’ndan Mehmet Akif Ersoy Bulvarı’na alınmıştı. Kitle kendini yabancı yerde hissetmesin diye zaar.
Şehirde çalışan gazetecilerin büyük kısmı için de “bildik” bir gündü. Mitingi o dakikalarda bulunmaları gereken tek yer olan alandan değil, televizyonlardan izliyorlardı. Çünkü organizasyon sahipleri şehrin nabzını en iyi Ankara’dan gelen gazetecilerin tutacağına inanmışlardı. Şehrin emektar gazetecileri bir gün önceden kim akredite olacak totosu oynamışlardı. Ve iddialar yine bu “sıradan” güne yakışır şekilde sonuçlanmıştı.
Bir gün önce demişken, çoktandır bu “sıradanlıklar” içinde nefes almaya çalışan Diyarbakır’da bile rastlanmamış şeyler de yaşanmamış değildi. Mesela cumhurbaşkanının uçaktan inip, mitingin yapılacağı yere gelinceye kadar aracının geçeceği güzergahtaki evlerde polis bir gün önce GBT kontrolü yapmıştı. Evlerin kapılarını tek tek çalıp, “evde kaç kişisiniz” diye sormuş, kimliklerini alarak secerelerine bakmıştı. Bu muameleyi bizzat yaşayan bir sendika temsilcisi, “Diyarbakır emniyeti çok iyi çalışıyor. Bugün evimizde, kapımızda bize gbt uygulaması yaptılar” diye anlatmıştı.
Gerisi bildiğiniz gibi işte… Şehrin belediyelerine atanan kayyumlar, cumhurbaşkanının geçeceği güzergahtaki ışıklı tabelalara, üst geçitlere, köprülere “belediye başkanı” imzasıyla “hoşgeldiniz” yazıları yazdırmıştı. Henüz herhangi bir mahallede seçim çalışmasına çıkmamış AKP il-ilçe teşkilatları yine cumhurbaşkanının geçeceği güzergaha çılgınca AKP bayrakları asmışlardı. Kurumlarda çalışanlara miting alanından “selfie zorunluluğu” getirilmişti.
Açık cezaevinden gelen “430 hükümlü isyan çıkardı” haberi kısa süreli heyecan yaratsa da “herhangi bir gündü” Diyarbakır’da yaşanan. Şarkının sözlerindeki gibi, “herkesin payına düşeni alacağı” 24 Haziran’a doğru bir gün daha böyle geçti. Ve şehrin yoksul mahallelerinde yaşayanlar son 3 yılda “kendi paylarına düşen birer hatırayı seçip” öyle dinledi meydanlardan gelen uğultulu sesleri.