Erkek egemen bakış açısına ters bir şey işlendiğinde iktidar tüm araçlarını ve gücünü kullanarak saldırır. Medyanın toplum üzerindeki etkisinin farkında olan hegemonik güçler bu alanda da kendi çirkin gerçekliğini sağlamlaştırmaya ve üretmeye devam etmiştir.
Şilan Aktı
Ataerkil sistem sosyal bilimlerin hepsinde kendi dilini var ettiği gibi kitle iletişim-medya alanlarında da toplumu öz değerlerinden kopartıp yabancılaştıran zihniyetini musallat etmiştir. Medya metinlerinde yer alan içerik toplumsal değerlerden beslenerek, daima gerçekleri yansıtmayarak çoğunlukla kendi gerçekliğini üretebilmektedir. Özellikle diziler de medyanın ürettiği bu gerçekliği kurgusal olarak izleyiciye aktarmaktadır. Son yıllarda kamusal ve özel alanda çok konuşulan Türk televizyon dizileri bu duruma örnek gösterilebilmektedir. 2000’li yıllardan sonra Türkiye medyasında aktif çekilen diziler ataerkil zihniyeti tekrar tekrar üretmeye devam etmiştir. Şu an Türkiye, Amerika’dan sonra dünyada en çok dizi ihracatı yapan ülkelerden biridir. Dizilerin bu derece rağbet görmesi çok şaşırtıcı olmasa gerek. Beş bin yıldır yaratılmak istenilen toplum modeline bu diziler somut örnek olarak verilebilir. Bir yandan alt sınıfa hitap eden muhafazakâr-geleneksel diziler çeken TRT-KANAL7 gibi kanallar diğer yandan orta sınıf ve üst sınıfın ilgisini çekebilecek modern-seküler diziler çeken FOX-KANALD-STAR vb. kanallar. Bu tip diziler toplumu iki kutba ayıran, parçalayan, öz değerlerinden yoksun hale getirip farklı karakter tiplemeleriyle sistemin yaratmak istediği gerçekte “makul insan nasıl olmalıdır?” sorusuna somut örneklerdir. En çok üzerinde oynadığı cins ise kadındır. Bin yıllardır özellikle bu cinse savaş açan sistemin yanında, bu savaşa karşılık veren kadınlar, ataerkil zihniyeti toplumda bir sorun olarak gündemleştirmiştir. Bu mücadeleler sonucunda toplumun kadın sorunlarına yönelik bakış açısı gelişmiştir. Kadın’ın toplumsal hayattaki rolü ve statüsündeki değişikliklere rağmen medyanın kadını sunuş biçimi tam tersi bir noktada yer almaktadır. Kapitalizm ve bilgi çağında kadın “kutsal anne” ve “bakımlı eş” gibi kalıplara sığdırılıp anlatılmaktadır. Yaratılmak istenen masum, saf, korunmaya muhtaç kadın tiplemelerinin yanında kıskanç, iş bozucu, kurnaz kadın tiplemeleridir. 2014 yılında “Paramparça” ve 2018 yılında yayında olan “Sen Anlat Karadeniz” gibi diziler bunlara örnektir. Bu tip dizilerde eşlerinden, babalarından ya da abilerinden fiziksel veyahut da ruhsal şiddet gören kadınlar asla kendilerini korumaz, her zaman bir kaçış halindedirler ve vardıkları yer her zaman bir erkeğin yanıdır. Kadının kendi savunmasını geliştiremeyeceği, bir erkekten kaçsa bile başka bir erkeğin çözüm olacağı düşüncesini bu hikayeler meşru hale getirmiştir. Sorun erkektir fakat sorunu çözen de hep erkek aklıdır.
Türk dizilerinde belirleyici olan yukarıda bahsettiğim kadın tiplemelerinin çok dışına çıkmaz. Fakat son iki yılda birkaç dizi bu kalıpların dışına çıkmaya çalıştı veyahut da çıktı. 2023 yılında muhafazakâr ve seküler çatışmasını konu alan “Kızılcık Şerbeti” ilk yayına girdiğinde çok ilgi gördü. Fakat dizinin kadına şiddet konusunun işlediği bir bölümünde RTÜK kadına yönelik şiddeti özendirdiği gerekçesiyle yayını durdurma kararı aldı. Aslında dizi kadına yönelik şiddeti özendirmiyor, tersine kadına şiddet karşısında net tavır aldığını, şiddeti uygulayan, şiddete maruz kalan ve tanık olanların tavırlarını net bir şekilde gösteriyordu. Bir diğer dizi ise bu sene yayınlanan Kızıl Goncalar. Kızıl Goncalar, Kızılcık Şerbeti’nde gördüğümüz muhafazar-seküler çatışmayı artık kutuplaştırıcı bir noktaya taşımıştır. Bu iki kesimin yanında daha ilk bölümde çocuk gelin, çocuk kaçırma, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, Kuran kursları, tarikatlar, zorunlu göç, deprem, 28 şubat, referandum gibi konularla toplumun büyük kesimine hitap etmiştir. Toplumun birçok sorununu güçlü bir şekilde sunan dizi çok büyük tepkilere de neden oldu. Dizi bahsettiğimiz dindar ve seküler kesimi çok da memnun etmedi. Bu tepkiler sonucunda “Kızılcık Şerbeti” gibi İslamiyeti hedef gösteriyor gibi iddialarla muhafazakârlar tarafından hedef gösterildi ve sansür yedi.
Erkek egemen bakış açısına ters bir şey işlendiğinde iktidar tüm araçlarını ve gücünü kullanarak saldırır. Medyanın toplum üzerindeki etkisinin farkında olan hegemonik güçler bu alanda da kendi çirkin gerçekliğini sağlamlaştırmaya ve üretmeye devam etmiştir. Yirmi yıldır özel savaş araçlarıyla toplumun değerlerine saldıran toplumkırımı hedefleyen AKP-MHP iktidarı medya alanında güç haline gelmiştir. Son on yılda çekilen birçok dizi ataerkil zihniyet kalıplarıyla ince ince işlenip anlatılıyor. Gördüğümüz her kare erkek bakış açısı ile çekildi. Hikayelerde geçen kadın karakterlerin tek rolü erkek tarafından izlenmekten ibaret oluyor. Erkek bu anlatılarda etkin, güçlü, dramatik aksiyon alan ve bakışın taşıyıcısı olarak konumlandırılırken kadın edilgen, güçsüz ve arzu nesnesi olarak gösterilmektedir. Kameranın konumlanış biçimi erkek hazzına hizmet edecek şekilde kullanılır. Kadın bedenini parçalara ayırıp dudakları, bacakları, göğüsleri hemen hemen her uzvu zevk nesnesi haline getirilmiştir. Bu bakış açısı yoluyla kadının özne oluşu reddedilir. Böylesi bir bakış bin yıllardır yaratılmak istenilen bakışın devamıdır. Babil Yaratılış Destanı’nda anlatılan Tiamat ve Marduk savaşının hikayesi bu anlatılardan çok da farklı değildir. “Tiamat ve Marduk” erkek egemen toplumun annelik ve kadınlık hakkındaki fantezilerinin en açığa çıktığı mitolojik hikayelerden biridir. Tiamat’a açılan savaş aslında anasoylu toplumun değerlerine el koyma ve gasp etme savaşıdır. Özünde kadınlara açılan savaştır. Tarım devriminden önce ya da sonrasında yaşamın her alanında aktif rol oynayan cins kadındır. Dolayısıyla en çok yaratan kadındır. Babil Yaratılış Destanı dünyayı yeniden yaratmanın hikayesi değil kadının kazanımlarını kullanıp kendine uyarlayarak ataerkil düzen ve zihniyetinin yaratılmasının hikayesidir. Tiamat ve Marduk savaşında, Marduk’un yenilgiye uğrayan Tiamat’ın bedenini parçalara ayırıp dünyayı yaratması hikayesi eril zihniyetin yükselişini ve gücünü ifade eder. Kadın artık özne olmaktan çıkmıştır; yönlendiren, yaratmaktan çok yok eden ve parçalayan erkeğin bakışı altında yaşamaya mahkum edilmiştir. Nasıl ki Marduk Tiamat’ın bedenini parçalayıp kendine göre bir haz dünyası yaratmışsa bu dizilerde de kadının uzuvları ayrı ayrı bölünüp erkeğin zevk nesnesi haline getirilmiştir. Bu bakışta özne varoluşunu nesne üzerinde gerçekleştiriyor. Özne nesneyi inkar ettiği, onu bastırabildiği, üzerinde egemenlik kurabildiği müddetçe var olabiliyor. Eril düzenin öznesi erkektir. Erkek üzerinde hakimiyet kurduğu, sömürdüğü toplum, doğa veya cins üzerinde zihniyetini ne kadar sağlamlaştırırsa kendi kimliğini o kadar var edebileceğini düşünür. Ataerkil düzende kadının özünü oluşturan bütünselliği paramparça edilmiştir. Kadın kendisine yabancılaşmış özüyle arasına uçurumlar girmiştir. Parçalanan kadının yanında toplum da özünde anlaşılmaz hale gelmiştir.
Kadını metalaştıran hikayeler erkekleri de sempatik göstermekten geri durmuyor. Mesela birçok dizide eşini aldatan erkek karakterler “yakışıklı, çalışkan, sempatik” bir şekilde gösteriliyor. Bu sempatik erkek modelinin yaptığı eylemler meşru hale gelmekte ve toplumda karşılığını zamanla bulmaktadır. Bunların sonucunda sınırsız gücünün olduğuna inanan erkek kadına yönelik her şiddeti ve gaspı rahatlıkla uygulayabiliyor.
Kadını sözde “koruyan-sahip çıkan” ulusal kimlik stratejilerinin ardında yatan düşünceler çok eskidir. Bu yaklaşımları Sümer Devleti’ne bağlayabiliriz. Sümer Devletli sınıf uygarlığı kendisinden sonra gelişen tüm uygarlık yaratımlarına kaynaklık etmiştir. Sosyal bilimlerdeki bilgi yapılanmaları olsun tek tanrılı dinlerdeki ayetler olsun Sümer uygarlık dönemindeki zihniyet yapılanmasından ayrı tutulamaz. Türk dizi sektöründe ya da eski Türk melodram filmlerindeki hikayelerin işleyiş biçimi Sümer-Grek mitolojisindeki konulardan çok da farklı işlenmemiştir. Kurnazlıkla hiçbir ilgisi olmayan, istediğini elde edebilen erkek figürlerinin yanında, kıskançlıkla, hırsla kuşanmış kadın figüranlar yan yana işlenmiştir. Anlatılan her kadın karakter Yunan mitolojisinde birçok kadına karşı kıskançlık besleyen Zeus’un eşi olan Hera’yı tekrarlatıyor gibi. Anasoylu toplumda görülen toplumun öz değerlerini koruyan, büyüten, kendi bulunduğu kabilenin, klanın dertlerine merhem olan kadın tipinin yanında tam tersi bir tiplemeyle karşımıza çıkıyor kadın. Halbuki beş bin yıldır en çok hırsla kuşanan, kadına, doğaya, topluma, her şeye sınırsız saldıran, kurnaz davranan erkektir. Eski düzenin inkarı üzerinden kendisini var eden ataerkil sistemi yıkmak istiyorsak içinde bulunduğumuz toplumun tarihini iyi incelememiz ve analiz etmemiz gerekir. Bu noktada tarihi tekrar tekrar tersinden okumak şarttır.