O yoksul bir köylü çocuğu olarak hayata başladı. Kendi partisinin kadroları arasında en çok hamalları sevdi. Onlara özel bir önem verdi. Yoksullar da onu unutmadı
Hüseyin Darıcalı
İbrahim Kaypakkaya, 47 yıl önce Diyarbakır zindanında işkence edilerek öldürüldü. Kaypakkaya, Türkiyeli devrimciler arasında özel yeri olan bir isim. Ölesiye işkence görmesine rağmen arkadaşları ve örgüt hakkında herhangi bir bilgi vermedi. Bu yüzden ‘Ser veren sır vermeyen önder’ olarak nitelendi. Ayrıca Kaypakkaya Türkiye Solu içinde, Kemalizm’le arasına kalın bir çizgi çeken ilk isim oldu.
Köy çalışmaları için Bora Gözen ile birlikte Malatya’da bulunan İbrahim Kaypakkaya, bir süre sonra Doğu Perinçek’ten ayrıldı ve TKP/ML ve TİKKO’yu kurdu. Uzun süre Kürecik’te çalışmalarını sürdüren Kaypakkaya, ‘Kürecik Raporu’ isimli bir rapor da kaleme almıştı. Raporda Kaypakkaya, Kürecik’in toplumsal ve sınıfsal yapısını inceliyordu. Ayrılıktan sonra, bölgedeki bütün ilişkiler İbrahim Kaypakkaya’dan yana yer aldı.
Kaypakkaya daha sonra çalışmalarını sürdürmek için Dersim’e geçti. Vartınık mıntıkasında girdiği silahlı bir çatışmada yaralı kurtuldu. Ancak sonra yakalandı ve Jandarma Komutanı Fehmi Demirbilek tarafından karda yürümeye zorlanarak ayaklarının donmasına neden olundu. Diyarbakır cezaevine konulan Kaypakkaya’nın, tedavi edilmediği için ayakları kangren oldu. Buna rağmen işkenceler sürdü. Ancak işkenceciler onu konuşturamadılar. Kaypakkaya ser verdi ama sır vermedi. İşkenceler sonucu 18 Mayıs 1973 yılında yaşamını yitirdi.
Çoban Hasan ve ‘Küçük Mustafa’
İbrahim Kaypakkaya ile birlikte Malatya’da bulunan Bora Gözen’nin kod ismi Büyük Mustafa’ydı. Kaypakkaya ise Küçük Mustafa kod ismini almıştı. Burada çalışma yürütürken Kaypakkaya Doğu Perinçek grubundan koptu. Bora Gözen Malatya’da ayrıldı. Kaypakkaya, çalışmalarını sürdürmek için Kürecikte kaldı.
Kitaplara Çoban Hasan diye geçti. İbrahim Kaypakkaya’yı evinde saklamış, birlikte köyleri gezmiş ve Kürecik’i terk ederken vedalaştığı isim Hasan Mecit.
Hasan Mecit: “O bir derya idi” diye başlıyor İbo’yu anlatmaya. İlk tanıştıkları günü soruyorum. Baştan başlıyor anlatmaya. Bizim yaylanın olduğu bölgede daha önce de kalan bir arkadaşı varmış, Ali Taşyapan, Çoban Hasan’ın yardımı ile orda kalıyormuş. Hasan, bu devrimci ile ekmeğini, yemeğini paylaşıyor, gece oluncada küçük bir kaya kovuğunda yatıyormuş. İbrahim Kaypakkaya İstanbul’dan yola çıkıp bu arkadaşının yanına geliyor. Köyün merkezinde İstanbul otobüsünde iniyor ve kahvede Ali Taşyapan isimli bir arkadaşının burada kaldığını, nerede olduğunu bilmediğini, onu görmek istediğini söylüyor. Taşyapan’ı tanıyan ve yerini bilen iki kişi onu Taşyapan’ın yanına götürmeyi kabul ediyor, ancak ‘Seni tanımazsa sağ koymayız’ diyorlar.
Böylece Ali Taşyapan’ın yanına götürüp bırakıyorlar. Gerisini Hasan Mecit şöyle anlatıyor: “Sabah gittiğimde iki kişi olduğunu gördüm, Ali’ye ‘bu kim’ dedim. Ali bizi tanıştırdı. Ondan sonra da Kürecik’ten ayrılana kadar ilişkimiz sürdü. Bizim evin dışında Harunuşağı’nda Kotun’nun evinde kalırdı. Darıca’da ise Mehmet Ali Halaxurt’un (Özdoğan) evinde kalırdı.”
Kaypakkaya, Kürecik’e geldiğinde zaten aranıyormuş kendi kimliği ile gezemediği için ona bir kimlik gerekmiş, aynı yaşlarda olan Hasan Mecit’in amcasının torunu Haydar Mecit’in kimliğindeki fotoğrafı değiştirmiş ve İbrahim yakalanana kadar bu kimliği kullanmaya başlamış.
Malatya’ya da veya başka bölgelere giderken bu kimliği kullanmış. O kimliğe Kaypakkaya’nın çok bilinen şapkalı fotoğrafı yapıştırılmış.
Daha sonra Kürecik’te birçok kişi o şapkanın kendisine ait olduğunu söyledi. Hasan Mecit, şapka hikayesini şöyle anlatıyor: “Köy çalışması için köylere giderken, İbo’yu hayvan tüccarı olarak tanıtırdık. Ama hiç de benzemiyordu. Bir köylümüz ona bir şapka verdi. Ve dedi ki, ‘Hayvan tüccarları şapkalı olur, bundan sonra bunu tak’ Ama şapka biraz eskiceydi. Onunu için ben eski şapkayı aldım, kendi şapkamı da İbo’ya verdim. O fotoğraf, o şapka ile çekildi. Zöhre Damı’nda, Foto Şükrü (Mersin) vardı. O çekti. Üç ayaklı bir fotoğraf makinası vardı. O eski makinalarda. Zaten oralarda ondan başka fotoğrafçı yoktu.”
Birlikte gezerken Hasan Mecit çok şey öğrenmiş ve öğrendiklerini hiç unutmamış. Sohbetimiz sürerken arada “Derya gibi adamdı” diyor.
Dersim’e giderken vedalaşmak için Hasan’ın yanına gelmiş, Hasan Mecit son görüşmelerini şu şekilde aktarıyor: “Gitmesini hiç istemedim. O dağların çok soğuk olduğunu, barınmanın çok zor olduğunu söyledim. Ama gitmek zorunda olduğunu söyledi. Orada arkadaşları varmış.”
Devrimcilerin Güley teyzesi
Kaypakkaya’nın sık gittiği evlerden biri de Mehmet Ali Özdoğan ve Güley Özdoğan’ın eviydi. İbrahim Kaypakkaya uzun süre bu evde kalmıştı. Sinan Cemgil ile ilgili bir belgesel çalışması sırasında vefat etmeden önce görüştüğüm Güley teyze, Kaypakkaya’yı da anlatmıştı bize. Kaypakkaya’nın istediği zaman evlerine geldiğini, kaldığını söyleyen Güley teyze, bu yüzden evlerinin bir kaç defa askerlerce basıldığını ama her seferinde İbrahim ve arkadaşlarının görünmeden kaçtığını anlattı. Güley teyze, Kaypakkaya Kürecik’ten ayrılmadan önce onunla son görüşmesini şöyle anlatıyor: “Bizim ev biliyorsun asfalt yolu tam karşıdan görür. İbo bizde ise sürekli yolu gözlerdik, asker gelse ordan geçip gelene kadar onlar arka kapıda çıkıp giderlerdi. O gün nasıl olduysa işe daldık. Kapının önünde herhalde bulgurun içindeki küçük taşları seçiyorduk. Anide burnumuzun dibinde askerler bitti. Kızım can havliyle ‘İbrahim askerler geldi, kaçın’ diye bağırdı. Eve girip haber verecek zaman yoktu. O zaman diğer odada başka bir gruptan iki kişi daha vardı. İbo’nun yanında Ali Taşyapan vardı. Dördü de arka kapıda kaçtı. Kimse yakalanmadı. Arkalarından asker mermi sıktı ama kimse yaralanmadı. İşte o zaman kızımı gözaltına aldılar ama kısa bir süre sonra bıraktılar.” Güley teyzenin anlattığına göre Kaypakkaya ayrılmadan önce bir kez daha gelmiş. Bir gece vakti, ancak daha içeri girmeden gecenin içinden sesler gelmiş, onlar da hemen ayrılmak zorunda kalmışlar.
Hasan Mecit’e Kaypakkaya’nın öldürüldüğünü nasıl öğrendiğini soruyorum. O zamanlar sıkıyönetim sürdüğünde her haber radyo ve gazetelerde yer almıyordu. Kaypakkaya çatışmada yakalandığı sırada Kürecik’te Haydar Mecit’ten aldığı kimliği hala kullanıyormuş. Bunun için kimliğin sahibini gözaltına almak için amcasının evi basılır. Haydar Mecit gözaltına alınır. Mecit, kimliğini kaybettiğini söyler ve yeni kimliğini gösterir. Haydar Mecit serbest kalır ama gözaltındayken İbrahim Kaypakkaya’nın öldüğünü öğrenir. Zor zamanlar olduğundan kimse bir anma toplantısı yapamaz ama bu haber açık bir yara gibi Kürecik’te dolanır. O gün bu gündür, Kürecikliler İbrahim Kaypakkaya’yı unutmadı. İsmi, kuşaktan kuşağa geçti. Tanıyanlar, tanımayanlara anlatı. Kaypakkaya’nın ismi adeta Kürecik ile anılır oldu.
Sır vermeyen devrimci
1949 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü’nde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu’na girdi. Öğretmen Okulu’nun ardından İstanbul’daki Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968’de Çapa Fikir Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü’nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968’de okuldan atıldı.
FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada Millî Demokratik Devrim (MDD) tezini savunan kesimde yer aldı. İşçi Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek’in başını çektiği PDA kanadında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA ile yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinin revizyonist olduğunu söyleyen Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML TİKKO’yu kurdu.
Dersim’de faaliyet yürütürken 24 Ocak 1973’te bir çatışma sonucu yakalandı. Arkadaşı Ali Haydar Yıldız yaşamın yitirirken yaralı kurtulan İbrahim Kaypakkaya bir süre sonra yakalandı. Yaralı olduğu halde kasıtlı olarak saatlerce yürütülmesinin sonucu da olarak parmakları dondu. Bunun sonucunda kaldırıldığı hastanede 20 Şubat 1973’t ayak parmakları kesildi. Kaypakkaya’nın sağ ayağındaki tüm parmakları, sol ayağında ise küçük parmağı hariç hepsi kesildi.
İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır’da süren dört aylık sorgulama ve işkence sürecinden sonra 9 Mayıs 1973’te babasına sorgusunun bittiğini ve görüşmelerinde sakınca olmadığını belirten bir mektup yazdı. Oğlu ile görüşmek için Diyarbakır’a gelen Ali Kaypakkaya’ya oğlunun cenazesi teslim edildi. 18 Mayıs 1973’te yaşamını yitirdi ve ölüm sebebi kayıtlara intihar olarak geçirildi. Mezarı, doğum yeri olan Karakaya’dadır.