Hak mücadelesi adalet mücadelesidir, eşitlik çabasıdır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı 30 yıldır bu mücadeleyi veriyor; onurla, cesaretle… Geçtiğimiz günlerde Vakıf “Yeni Bir İnsan Hakları Hareketine Doğru: Küresel İnsan Hakları Krizi Karşısında Ne Yapmalı?” konulu bir sempozyum gerçekleştirdi. TİHV Akademi’nin yürüttüğü sempozyumda “insan haklarının, günümüzün otoriterleşen, olağanüstü hal ya da en azından olağandışı güvenlik tedbirleriyle yol alan, sağ-popülizmin milliyetçi-muhafazakar eğilimleriyle çizilen ve en nihayetinde sivil alanı kapatan siyasal evreninde nasıl bir işleve sahip olduğu” tartışıldı.
Tartışmalarda “Küresel siyasetin tetiklediği savaşların, kıyımların, şiddet, işkence ve kötü muamelenin, bunlarla bağlantılı olarak zorla yerinden edilmenin giderek olağanlaştığı ve devletlerin cezasızlığı yaygınlaştırarak neredeyse norma dönüştürdüğü koşullarda insan hakları mücadelesi nasıl bir ağırlığa sahip?”, “Mültecilik, iklim, gıda, kent, çevre ve hayvanlara ilişkin hak ihlallerinin her biri farklı kriz alanları olarak tarif edilirken, insan hakları söylemi bunlara yönelik ne gibi cevaplar üretiyor ve yöntemler geliştiriyor?”, “Daha önceki deneyimler bize neler söylüyor ve tüm bunları hesaba kattığımızda bugün haklar alanındaki ulusal ya da uluslararası mekanizmalar neleri yerine getiremiyor?” sorularına yanıt arandı.
Barış imzacısı felsefeci Prof. Nilgün Toker sempozyumun ilk oturumunda “İnsan Haklarının Siyasal Ufkunu Unutmak/Hatırlamak” başlıklı bir sunum yaptı. Sunumda yeryüzünde, hepimizin, tüm canlıların karşı karşıya kaldığı yıkım, zulüm ve şiddette karşı insanın değiştirme ve dönüştürme kapasitesine sahip olduğuna değindi.
Toker’e göre bu tür yıkım, zulüm ve şiddet dönemlerinde insanın değiştirme ve dönüştürme kapasitesini ortadan kaldıran en önemli handikap “olağanüstülüğü olağanlaştırmamız”… Yıkımlar, zulümler devam ederken, şiddet gittikçe ağırlaşırken, bizim “her şey normalmiş gibi davranmamız”… Yani “-mış gibi yapmamız”…
“-Mış gibi yapmak” aslında bir oyun türü. Bu deyim çocukların oynadıkları “hayali oyunlar”ı anlatır. Çocuklar sanki “doktorlarmış”, sanki “annelermiş”, sanki “öğretmenlermiş”, sanki bir “canavar varmış” gibi yaparak çeşitli rollere girerler, ve hikayeyi sürdürürler… “-mış gibi yapma” oyunu çocukların bilişsel gelişimlerine katkıda bulunur. Onların problem çözme becerilerini geliştirir, bağımsız ve yaratıcı düşünme becerilerini destekler. Bu türlü oyun çocukların yaşamı anlama ve anlamlandırma süreçlerini güçlendirir.
“-Mış gibi yapmak” deyimini biz de çocuk hakları uygulamalarını izlerken kullanırız. Çocuklar için verilen bir hizmet bazen öyle sık “sanki çocuk haklarına uygunmuş gibi yapılır ki”… Oysa değildir ve hatta söz konusu uygulama çocuklara zarar verir.
Ya da aslında çocukları hak ve özgürlük sahibi, bağımsız birer özne olarak görmüyorken; onların potansiyellerine inanmıyorken sırf “yapmış olmak için”, “çocuklar karar mekanizmalarına katılıyormuş” gibi yapıldığı örnekleri anlatırken de kullanırız bu kavramı… Ya da çocuğa yönelik bir cinsel şiddet davasında fail hakkında verilen kararın nasıl da “adaleti sağlamış” gibi gösterildiğinde…
Yetişkinler için düşününce “- mış gibi yapmanın” içinde çokça kandırmaca, uydurmaca, belki biraz kişilik bölünmesi, biraz da sorunlardan kaçma vardır… Ve sanki kısa süreli oyalamaların ve oyalanmaların, anlık kaçışların dışında her şekli de ortaya çıkardığı sonuç da problemli olur.
Nilgün Toker’in çevrimiçi yapılan sempozyum konuşmasını dinlerken aklımda hep Ayhan Bilgen vardı. Ayhan Bilgen, tutuklanmadan önceki gün hepimize ilettiği notta “demokrasicilik oyunundan” yani “demokrasi varmış” gibi yapmamızdan, davranmamızdan söz ediyordu. Türkiye’nin böylesi bir oyunu oynayacak koşulları olmadığından. Kendisinin bu oyunu oynamayacağını da belirtiyordu notunda, yani demokrasi varmış gibi yapmayacağından… Bir de hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması gerektiğinden…
Nilgün Toker’in de dediği gibi “dünyanın her yerinde, insan onuru şiddetli bir şekilde çiğnenirken” insan haklarının dönüştürücü gücü “zayıflıyorken” yeni yollar bulmamız, değiştirip dönüştürmemiz şart… Toker’in tespiti ve önerisi Bilgen’inkilerle çok benzer. Tekrar edelim: “Olağanüstülüğü olağanlaştırmak, kendi tikel alanlarımızda kendi etkinliğimizi sürdürüyormuş gibi yaparken aslında tüm değiştirme ve dönüştürme kapasitemizi ortadan kaldırıyoruz. İşte bu yüzden öncelikle yapmamız gereken, her şey normalmiş gibi davranmaktan vazgeçmek…”