Her şey kötüye giderken gelecekten umutlanmak her insanın hakkı ve hatta en büyük hayali. Hayali diyorum çünkü gelecek kurgumuz hayallerden ibaret sanki. Her birimizin çok farklı hayalleri var elbette. Bazılarımız hayallerini gerçekleştirdiğini düşündüğü gün, aynı zamanda büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını fark ettiği gün olabilmekte. Erişkin insanların hayalleri genel olarak kendisiyle ve ailesi ile sınırlayken çocukların hayallerinde ise hem arkadaşları, hem ailesi, hem ağaçlar, kediler, kuşlar yani yaşamın her parçası hayallerini süsler.
Büyüdüğümüzde ise özgürlüklerden ciddi anlamda yoksun kılınmışıktır ve bu da yetmez kendimizi otosansüre tabi kılıp özgürlüklerimizi daha da kısıtlarız. Çocukken anne, baba, öğretmen gibi büyüklerimiz can sıkıcı olabilirken bu can sıkıntısını ortaya çıkaran şeyin özgürlüğümüzün kısıtlanıyor olmasından başkaca birşey olmadığını çocuklar o yaşta idrak edemezler. Ama büyüklerimizde bu idraktan çok uzaktırlar. Özgürlüklerinin kısıtlanmasından nefret eden çocuklar maalesef büyüdüklerinde bir zamanlar kızdıkları büyüklerinin yerini alırlar. Ataerkil sistem bu durumun başlıca nedenidir.
Toplumsal hayatın da benzer biçimde yaşandığını genellikle göremeyiz. Babalar çocuklar üzerinde bir otorite olarak resmedilir. Bu nedenle her türden otoriteyi barındıran devlete de ‘devlet baba’ rolü yüklenir ve küçükken yaşadıklarımızı büyüdüğümüzde de sürdürmemiz beklenir. Ataerkil sistem iliklerimize kadar işlemiştir. Örneğin arada yaşadığımız ülkelerde seçimler olur. Bu seçimlerde iktidara gelenler devlet baba rolünü oynarlar. Fakat bu kez çocukken bizleri koruyup kollayan özelliğe sahip baba rolü devlete yüklenen baba rolüyle tam bir tezatlık oluşturur. Devlet baba, koruyup kollayan değil bizleri baskı altında sömürüye tabi kılan ve boynu bükük bireyler olmamızı sağlayan bir araçtır artık.
Aile ile devlet arasında garip bir ilişki var. Devleti var eden ya da idame ettiren en önemli şeyin aile kurumu olduğu söylenebilir. Devletin insanlık dışı uygulamalarına istemesek de çoğunlukla onun ‘zor’ eline boyun eğeriz. Aile yaşantısında kötü ebeveynler olduğu gibi devlette de kötü yönetenler olduğunu düşünürüz. Bu nedenle genellikle devlet baba rolüne soyunan iktidarlara kötü veya iyi gibi bazı anlamlar yükleriz. Göreceli bir kavram olan iyi ya da kötü arasında, ehveni şer olanı işaretleyip tercihte bulunuruz. Oysa iyi ya da kötü olarak gördüğümüz siyasal iktidarların varlık nedeninin, kapitalist devletin asıl sahibi olan sermayenin sahneye koyduğu ‘devlet baba’ rolünün sürdürülmesinden başkaca bir şey olmadığını görmek istemeyiz.
Türkiye’de mevcut ‘devlet baba’ rolünü üstlenen iktidar her halde en berbat rolünü oynadı ve oynamaya devam ediyor. Devlete dört elle sarılmış ve elde ettiği otoriteyi teslim etmemek amacıyla her yolu deniyor. Zayıflamasına neden olabilecek İstanbul gibi bir kentin yönetimini bırakmamak için devlet aygıtını kullanarak her yolu mübah sayan uygulamaları ortaya koyuyor. Karşısında ‘her şey güzel olacak’ sloganıyla İstanbul’daki devlet baba rolünü üstlenmek isteyenler var. Mevcut iktidarın yıkılış sürecinin hızlandırabilecek bir İstanbul seçiminde alınabilecek başkanlık, bir değişimi ortaya çıkarabilir, ancak rolünü değiştiremez. Çünkü başkanlığın alındığı vilayet kapitalizmin hükmünün sürdüğü bir yerdir. Başkanlığı aldın diye antikapitalist bir süreci işletmene her halükarda izin verilmez. Böyle bir durumda ya yerel iktidarı kayyuma bırakırız ya da bir darbeyle karşılaşırız.
HDP’li belediyelerin başına gelende budur. Devlet mendebur bir kurumdur. Bir yerde kökten bir değişimin sağlanması için halkın devrimci bir kalkışmayla iktidarı alması gerekir. Bunun dışında mecliste çoğunluk olmanız ya da yerelde yöneten olmanız sisteme zarar veremez. Devletin kendi oluşturduğu yasa ve anayasa gerektiğinde devlet tarafından umursanmaz. Halk olarak yasalara ya da anayasaya uymadığımızda ise onlarca yıl ceza ile karşılaşırsınız. Hatta 12 Eylül’de olduğu gibi Anayasayı değiştirmeyi istemek gibi bir takım suçlamalarla idam cezasına çarptırılırız.
Tek talepleri mevcut yasaların uygulanması için açlık grevini 190 gündür sürdüren çocuklarına destek verip onların yaşamasını sağlamak için sokağa çıkan anneler ise yerlerde sürüklenir, dövülür ve gözaltına alınır. Kendi yaptığı yasalara uymayan bir devlet ve onu yöneten iktidarla bu yaşam daha ne kadar sürer bilinmez. Her şey daha güzel olacak gibi bir sloganın arkasında ilerlerken, hiçbir şeyin güzel olamayacağını gördüğümüzde canımız sıkılır ve kendimizi kandırılmış hissederiz. Yaşadığımız sürece çok fazla anlam yüklemeden annelerin yaptığını yapabilir olduğumuzda her şeyi daha güzel kılacağız diyebilmenin yolunu açabilmek ancak mümkün olabilecektir.