Bir kıdemli Nazi ve üçü Alman, üçü Filistinli altı devrimcinin ölümü iki güne sığdı. Führer’den Schmidt’e ve hatta bugüne kadar kesintisiz bir zincir oluşturan Alman militarizmi, tarihe kapkara bir sayfa ekledi o gün
Arif Mostarlı
Bir sonbahar günü, 5 Eylül 1977’de Köln’de başladı her şey. Kentin ana caddelerinden birinde ilerleyen bir araç, aniden önüne çıkan bir bebek arabasının yarattığı panikle sert bir fren yapınca, arkadaki koruma aracı da hızını alamayıp ona çarptı ve bütün bu kargaşa sırasında yandaki bir arabadan fırlayan 4 kişi ateş etmeye başladı. Bir çırpıda dört korumayı vuran maskeli kişiler, ilk arabadaki orta yaşlı bir adamı kollarından tutarak kendi araçlarına bindirdiler ve ortalıktan kayboldular.
Kaçırılan kişi, Alman İşveren Sendikaları Konfederasyonu (BDA) ve Alman Endüstrileri Federasyonu (BDI) Başkanı, ‘Patronların Partonu’ Hans Martin Schleyer’di. Aynı gün Kızılordu Fraksiyonu (RAF) ‘Siegfried Hausner Komandosu’ adıyla yayınladığı bildiriyle eylemi üstleniyor ve Schleyer’e karşılık hapisteki yoldaşlarının serbest bırakılmasını istiyordu.
Kaskatı bir Nazi
Schleyer, 1945 sonrası Alman ve Batı riyakârlığının bir simgesi gibiydi adeta. Muhafazakâr bir ailenin oğlu olarak daha 1933 yılında Heidelberg Üniversitesi’ndeyken Nazi partisinin örgütü olan Hitler Gençliği’ne katılmış, aynı yıl, 1 Temmuz 1933’te SS birliklerinin parçası olmuştu. Rütbesi, SS Untersturmführer (İkinci Teğmen) idi. Savaş başlayınca askerdi ama bir kazadan sonra geri hizmete geçip Prag’daki Nazi öğrenci birliğinin başkanlığına atandı. 5 Mayıs 1945’te, Prag ayaklanmasının başlamasından kısa bir süre sonra şehirden kaçacak kadar da uyanıktı bu arada.
1945’te müttefikler, Schleyer’i yakalayıp üç yıl savaş esiri olarak tuttular ama bir şekilde paçayı kurtarıp 1948’de Almanya’ya döndü ve iş dünyasına atıldı. 1951’de Daimler-Benz’e katıldı ve hızla yönetici seviyesine yükseldi. Eh, savaş sırasında Hitler’e gönülden hizmet etmiş ve bunun karşılığında toplama kamplarından zorla getirilen köleleri çalıştırma ayrıcalığını kazanmış olan Daimler-Benz için bu çok normaldi. Tam yerini bulmuştu Schleyer! Bu arada işveren derneklerinin gözdesiydi ve 1960’larda artık BDA ve BDI koltuklarına oturuyordu.
Nazi her zaman Nazi’dir ve Schleyer de öyleydi. 1960’ların sonuna doğru bütün grevler ve çatışmalarda kaskatıydı; o kadar ki, New York Times bile onu “çirkin bir kapitalistin karikatürü” olarak nitelendiriyordu. Dolayısıyla RAF açısından hedef seçilmesi yadırganacak bir durum değildi.
‘Müzakere yok’
Başbakan Schmidt, ilk andan beri çok netti: “Teröristlerle müzakere edilemez” deyip kestirip atıyordu. Öyle ki, bu arada, Schleyer’in ailesinin başvurularını elinin tersiyle itiyor, ailenin fidye olarak 15 milyon Alman Markı teklif etmesini de engelliyordu. Schleyer, açıkça ölüme terk edilmişti.
Sürecin bu noktasında, bu kez işin içine başka ‘teröristler’ girecekti. 13 Ekim’de, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) bağlı militanlar, Lufthansa’nın 86 yolcu ve beş mürettebatıyla Mayorka’dan Frankfurt’a giden 181 sefer sayılı uçağını kaçırarak Somali’nin başkenti Mogadişu’ya indirdi. İstekleri aynıydı: RAF üyesi yoldaşlarımızı serbest bırakın! Aynı gün, altı haftadır rehine olan Schleyer de RAF’ın çektiği bir video görüntüsüyle hükümete seslenerek “bir karar almak için niye hâlâ beklediklerini” soruyordu.
Almanya, yine uzlaşma yerine saldırıyı seçti ve Mogadişu’ya GSG 9 komandolarını gönderdi. 18 Ekim gecesi saat 02.00’de uçağa sızan komandolar, eylemcilerden Wabil Harb, Hind Alameh ve Zohair Akache’yi öldürürken, Suhaila Sayeh’i ise yaralıyordu. Başka iddialara göre ise özel timler, yolcular güvende olduğu halde Filistinli devrimcileri kurşuna dizmişlerdi.
Stammheim’dan geriye kalan
Aynı günün öğleden sonrasında Köln’e inen komandolar, kahramanlar gibi karşılanırken, o gece Stammheim Cezaevi’nde yaşananları kimse merak etmiyordu. O gece, tam da Mogadişu’daki kıyımın sonuçlandığı saatlerde, RAF üyeleri Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe hücrelerinde ölü bulunuyor, Irmgard Möller ise katliamdan ağır yaralı kurtuluyordu. Senaryo çok komikti: Mogadişu eyleminin başarısızlığının yarattığı umutsuzluk ve toplu intihar!
Oysa Beader ve Raspe enselerinden kurşunlanmış, Ensslin ise asılmıştı. 4 kez göğsünden bıçaklanan ve sağ kalan Möller, bunun düpedüz katliam olduğunu anlatacaktı.
Böylece RAF için başka bir seçenek kalmıyordu. 19 Ekim Çarşamba günü, Hanns-Martin Schleyer’in cesedi Mulhouse’da bir ara sokakta bir arabanın bagajında bulundu. Günün sonunda ortada, üçü Filistinli, üçü Alman altı devrimci katledilmiş, bir eski Nazi ise kurtulması mümkün olduğu halde kurtarılmayarak düpedüz harcanmıştı. Schleyer ailesi bunu açıkça dile getirmişti o günlerde. Daha da kötüsü var: Yıllar sonra, 2012’de, Helmut Schmidt, Hans Martin Schleyer Ödülü’nü alırken, şöyle diyordu: “Teorik olarak RAF’ın teklifini kabul edebilirdik.”
Ne güzel değil mi? Teorik olarak!
Alçaklığın en net ve en ‘pratik’ itirafı!