14 eylül sabahı uzun servis kuyruklarına, saatlerce yağmurda çamurda beklemelerine ve buradan kaynaklanan gecikmenin maaşlarından kesilmesine karşı başlayan tepki ardından servis sorumluları ve İGA kamp sorumlularının alanı terk etmesiyle başladı herşey. 2 gün önce iki servis aracının kaza yapması ve 17 işçinin yaralanması fitili ateşleyen olay olduğunu sonradan öğrendik arkadaşlarımızdan.
‘Kibrit bir üfleyişte söner ama kibrit çalıları tutuşturmuşsa bu üfleme ateşi büyütmekten başka bir işe yaramaz’ diyordu devrimci bir şair. İnternette yapılacak çok kısa bir aramada bu inşaat başladığı günden bu yana defalarca aynı sorunlara karşı eylemlerin yapıldığı kiminin kısmen çözüldüğü kiminin de sönümlendiği görülebilir. Yıllardır niye yapılmıyordu diyen ahmaklara bunlar birer kanıttır. İşçiler önceki eylemlerden deneyim kazanmış ve öfke giderek birikmişti. Direnişin başladığı gün biriken öfkenin patladığına şahit oluyoruz.
3. havalimanında yaşanan gelişmeleri üyelerimiz ve sosyal medyadan duyduktan sonra hızla şantiye kamp alanına gittik. Kamp girişi yoğun jandarma ve polis ablukası altındaydı. Öyle yandaş basında bahsettikleri gibi dolambaçlı gerçekle alakası olmayan yöntemlerle değil direk sendika kimliğimizi göstererek ve içeriden güvenlik amirinin onayını alarak kampa girdik. Kocaman devasa bir alan; işçilerin yanına giderek durumu öğrendik. Jandarma sert bir şekilde müdahale gerçekleştirmiş, yağan şiddetli yağmurla birlikte koğuşlarında görüşmeye giden temsilcilerin kararını bekliyorlardı. Bizi gören işçiler tahtakurularının kemirdiği vücutlarını gösteriyor eksik yatan primlerinden şantiyede yaşanan daha önceden de bildiğimiz sorunları bir bir anlatmaya çalışıyorlardı. Sabah yaşananları birde onların ağzından dinledik. İşçiler aralarında seçtikleri temsilcilerin, İGA yönetimi ve 2 ilçe kaymakamı ile yaptıkları görüşmeye dahil olmamızı istemesi üzerine harekete geçtik. Hoparlörlerden yapılan eylem yasadışıdır dağılın anonslarına kabloları devre dışı bırakarak cevap veren işçiler kaymakam ve jandarma komutanının alana gelmesi ile temsilcilerini seçip bir dizi görüşmelerde bulunuyorlar. Biz de gün içinde yapılan ikinci görüşmenin içine dahil olabildik. 200 yıl öncesinin talepleri olan, bir talepler listesi hazırlamıştı işçiler. (Bu listeyi yer azlığı nedeniyle buraya yazamıyorum) tarihi bir belge niteliği taşıyan bu liste insanlık namına ne kadar hak var ise kağıt üzerinde kalan diğer kanunlar gibi iş kanunun da kağıt üzerinde kaldığının belgesiydi. Görüşmede patron temsilcilerinin “bu iddiaları araştıracağız ve gerekli düzenlemeleri yapacağız” açıklamasına, işçi temsilcileri “bunları bilmiyormuş, yok gibi yaklaşmayın çözmek istiyorsanız, karşılıklı protokole imza atalım ve basın önünde bu belgeyi okuyalım. Böylece şantiyede çalışma başlasın. Aksi takdirde iş bırakma eylemimiz devam edecek” demesiyle görüşme sonlandı. Görüşme sonucunu kamp alanına gelerek bekleyen işçilerin bir kısmına aktarıp cumartesi yapılacakları konuşmak üzere toplantı çağrısı yaparak o çok övündükleri prestijli projelerinin yemeklerine bakmak adına işçilerin daveti üzerine bu gün hangi patates yemeği var merakıyla yemekhanelere yöneldik. Bu arada işçilerin direnişini ziyarete gelen DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun kamp kapısına geldiği haberi üzerine 5 kişilik bir heyetle DİSK Başkanı’nı almak için kamp kapısına gittik. Burada bize ve yanımızdaki diğer arkadaşlara polis ve jandarma tarafından GBT uygulaması yapılıp dışarı çıkartıldık. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile birlikte bizler de böylece içeri alınmadık.
Mücadele edilerek bedeller ödenerek iş sınıfının hem içeride hem de uluslararası düzeyde kazandığı haklar var. Bu haklar iş kanununda yer alacak kadar yasal dayanağa kavuşmuş durumda. Ne yazık ki toplumsal hareketle birlikte sendikal hareketin geri düşmesiyle birlikte bu haklar da kağıt üzerinde kalmış durumda. Yoksa bu hakları geliştirmek ve işçi sınıfı lehine arttırmakla sorumlu olan sendikalar açısından yasal hakları bile koruyamayışımızı ve ortaya çıkan bu utanç belgesini nasıl açıklayacağız? Bu durumu tek başına sermayeye ve patronlara yıkmak sorumluluktan kaçmak olur. İş kanununda yer alan ve bu kanuna göre bakıldığında cezai işleme tabi olan talep listesi karşısında işçilerin direnmekten başka seçeneği yoktu.
Her gün en az 3 inşaat işçisinin farklı farklı şantiyelerde iş cinayetinde yaşamını yitirdiği inşaat iş kolunda diğer şantiyeler de buradan daha beter durumdadır. Inşaat patronları ve devlet yetkilileri bu gerçeği bizden daha iyi bildiğinden böyle bir talep listesine imza atmaktan geri durdular. Bir de ellerine büyük bir fırsat geçmişti. Bir bölümün bitirilmesi 29 Ekim’e yetiştirmeye çalışıldığı söylenmesine rağmen yetişemeyeceğini bilen İGA yönetimi bu iş bırakmayı gerekçe göstererek kendi sorumluluğunu işçilere yıkmaya çalıştı. Bu çıplak gerçekten yola çıkarak bir provokasyon iddiası var. Daha önceki eylemlerde sorumluluk alıp düzenleme yapan ama bugün tamda öfkeyi kaşıyan İGA yönetimi bu provokosyonun asıl sorumlusudur. İşçilerin biriken öfkesi talepler kabul edilip dindirilebilecekken bu süreci geren ve gecede 12 Eylül günlerini aratmayan askeri bir operasyonla koğuşlar koçbaşı ile kırılarak işçiler gözaltına alınmasını sağlayan İGA yönetimidir.
İGA’nın taşeronlardan aldığı isim listeleriyle aralarında İnşaat İş sendikamızın YK üyesi ve basın sorumlusunun da olduğu yüzlerce işçi gözaltına alındı ve hala ellerinde bulunan bir liste ile sürek avına devam ediliyor. Gözaltına alınan işçilerin mahkemeye çıktıkları gün, otobüslerle evlerine gidip gelen işçilerin kimliklerine bakılıp isim listesi ve fotoğraflardan karşılaştırma yapılarak sürek avı yapıldığı ve koğuşların tekrar basıldığı bilgisine ulaştık. Nazi çalışma kamplarında anlatılanları aratmayacak şekilde bir uygulama ile işçiler asker-polis eşliğinde çalışma alanlarına götürülüyor. Gelen görüntülere bakınca servis sorununa çözümü otobüse binerken yaşanan yığılmalar olmasın diye asker-polis, güvenlik kontrolünde tek sıra halinde servislere bindirmekte bulmuşlar.
Buradan çağrı yapıyoruz. Başta 3. havalimanı olmak üzere istediğiniz şantiyelerde; içinde sendikalar, sözde çalışma bakanlığı, uluslararası kuruluşlar, emek örgütleri ve bağımsız kuruluşlardan oluşan bir heyetle denetim yapalım. Gasp edilen haklarımız olan bu taleplerin gerçek değil de iddia olduğunu ispatlayın. Ne dersiniz? O çok övündüğünüz inşaatlarda ortaya çıkan acı gerçeği dünyadan ve kamuoyundan saklayamazsınız. İşçiler tüm baskıya rağmen “Köle Değiliz” diyerek bir kere sahneye çıktı. Bu gerçeği yok sayamazsınız. Polis jandarma baskısı yerine iş müfettişlerini görevlendirin. Tahtakurusu gibi kanımızı emen bu taşeron sistemi sadece biz işçilerin geleceğinden çalmıyor. Bin bir türlü ayak oyunu ile primlerimizi eksik yatırarak maaşımızı eksik göstererek devletin alacağı vergiden dolayısı ile devletin kasasına giren paradan da çalarak kendi kasalarını dolduruyor. Gerçi bunu da işçilerden daha iyi devlet kurumları biliyor ama biz yine de çağrımızı yapalım. Biz işçilere haklarını anlattığımızda inşaatlarda bu haklar varmı diyorlar ve şaşırıyorlar. Sigorta yapılmasının bile bir yasal zorunluluk değil de patronlarının bir iyi niyeti olarak gören işçilere işaret fişeği yakılmıştır. İşçiler deneye deneye yanıla yanıla bu haklarına ulaşmanın yollarını bulacak sendikal örgütlülükle birlikte kendi taban örgütlenmelerini gerçekleştirdiğinde insanca çalışma koşulları oluşacaktır.
Bu direnişin bedeli biz sendikalara ve direnen işçilere kesilerek geride kalan milyonlarca işçiye gözdağı verilmektedir. Tutuklanma gerekçesi olmayacak nedenlerle başka koşullarda patronların ve onlara göz yuman yöneticilerin cezalandırılması için suç duyurusu olan bir talep listesini dile getirdikleri ve bu talepler doğrultusunda iş bıraktıkları için 24 arkadaşımız tutuklandı. Birçok arkadaşımız da şantiyeye giden otobüsler de yapılan kimlik kontrollerinde gördüğümüz listelerden yola çıkarak söylüyoruz sürek avındalar.
İnşaat işçisi köle değildir. Köle değiliz insanca çalışmak insanca yaşamak istiyoruz diyenlerin sesi kısılarak kölece çalışma dayatılmaktadır. Kabul etmiyoruz. Başta 3. havalimanı olmak üzere tüm şantiyelerde çalışma yasalarının uygulanması ve bunların geliştirilmesi için mücadele edecek köle değiliz çığlığını büyüteceğiz.
Bu saatten sonra Sendikaların üzerindeki yük daha da artmıştır. İlk hedefimiz mevcut haklarımızı korunup geliştirilmesi gerçeğinden yola çıkarak, örgütlenme çalışmasını tez elden büyütmek olmalıdır. Bu meseleyi sadece sendikalara ve sendika yöneticilerine yüklemek görevden kaçmaktır. Örgütlenme faaliyeti tüm toplumsal dinamikler olmak üzere işçilerin sesi olduğunu iddia eden partilerin emekten yana çalışma yürüten demokratik kitle örgütlerinin de görevidir. Biz üstümüze düşeni yapacağız…
3. havalimanı işçilerinin tüm işçi sınıfına kattığı moralden aldığımız güçle bir kez daha haykırıyoruz.
Köle değil inşaat işçisiyiz