Ahmet Güneş
Sonu olan her şeyin yolundayız. Çelişki ve çekimserlik yan yana kıstırırken tercihleri, mubah sayılan her seçeneği eleyerek adımlıyoruz. Çünkü sayılmanın hatırını da biliriz, öyle davranırız yaşama. İhtimallerin ihtilal çağırdığı anların içinden geçerken, her adım bir sonraki güzergâhın pusulası oluyor. Dünya bu, milyon yıldır öyle dönüyor.
Çarkı var dönenin, vazgeçenin, yürüyenin, gidenin, yani eylem dahilinde olan her hareketin. Çarkı kaptırınca ezilenlerden olduk bir vakit. Dişlerinde öğütülüp yer, renk ve biçim değiştiren her şey hayatın orta yerinde patlıyor durmadan. Bir şarapnel, bir kalp ağrısı, bir hüsran yani beklenmedik her yönden bize saplanan. İnsan olanın başı döner, başlangıçtan şimdiye neler olmadı ki.
Rüzgâr gülü, değirmenler, gökkuşağı, komik görünüp çağlayanların yönüne hükmeden küçücük bir dere yatağı, yolda giderken akla düşen bir itirazın sokakta yankılanması. Yoldan bahsetmişken, yolu açanları hep hatırlamalı. Her şeyi adıyla değil de tarihiyle de anmalı. Sarışın tarih yazıcıları değil, en karaşın vakanüvisleri okumalı.
Faydasına küsmüş hareketlerin dilsiz kalması, eşyayı bile yerinden edecek tepkinin suskun kalması, ötenin berinin bakışına muhtaç olanın zararını da hayata yazalım. Eksik ya da yetişememiş ne kaldıysa, hepsi tek tek hayata dair, hayatın içinde. Bunca olan biten sadece tesadüfle veya cesaretle açıklanmıyor. Olamayanın hükmü de yanımızda, bizimle beraber.
Yarısı yapılansa diğer yarısı yapılmayandan sürgün. Yine de yanılgısıyla hatta tereddüdüyle yön burada. Eksik ya da zamansız sayılabilir de hatta. Biliriz ki sırasını bekleyen de koyveren de ve tabii acele eden de adını koyuyor olanların. Atfedilen veya beklenen her ihtiyaca mağlup da muzaffer de yakalanır insan. Her daim hazır, her yere nazır.
İspatı boş bir zeminde yürüyen kuralların çemberi, daraltıyor yaşamı. Tutarsız bir unutkanlık sarmışken yürekleri, olması gerekenleri hatırlamaktan vazgeçmek telkin ediliyor. Uyum ve köle, bir de makul, sihirli bir konforun kapısına çıkarıyor herkesi. Geri kalan meczup, suçlu ve hatta katli vacip bir sakıncalı.
Yalnızlığa serenat, huzurlu bir hüzün, şefkatli bir sessizlik. Muhtaç olduğumuz, yarım kaldığımız bir de geciktiğimiz. Parantezine alsa bizi, sonra tüm cümleyi silip noktasız bir anlam gibi bırakıverse bizi. Belki de deva dediğimiz, derman diye çağırdığımız hep yanlış bir hisle andığımızdır. Yenilen her bir kahramanı içimizde susturmayı bıraksak belki de çarelerin sesi oluruz.
Denemek ve yanılmak yan yana hatta iç içe birbiriyle beraber bizimle. Art arda tüketerek, varılacak bir yere. Bir cesaret yeter bilinmeyeni bilinir kılmaya. Bir bakış yeter görülmeyeni görünür kılmaya. Yeryüzü burası, sınırlarla bölünmüş atlaslara inanmadan yürümenin gerçeği, tüm soruları kıstırıp atsın uzay boşluğuna. Şeklini kaybetmiş, biçimine küsmüş her şeyin eziyeti yıldırmasın bizi. Biz, kocaman bir efsane, çağlar boyu bir söylence. Belki de gerçeğin yalan örtüsü ya da tam tersi.
Aşka düşman, acıyı revan gören bir düzende ölüler bile rahatsız. Hedef gösterilen her yerde kalkan olmak, sırayı bozup itirazı kartopu misali salmak lazım. Eski bir masaldan çıkıp günümüze meşale olan gerçeği hiç unutmayalım: Kahramanlar buradan geçti, onlar hep buralı. Zamanın boşluğuna, tarihin dibine boylanmadı ve oraya ait değiller.
Son varsa, bir avuç zalimindir. Yeni yaşam, yeni yol, yeni adım ve yepyeni tercihler başlangıçlardır. Korkmadan davet ettiğimiz isyan, bizden daha eski.
* Haftanın kitap önerisi: Per Petterson, At Çalmaya Gidiyoruz / Çeviren: Deniz Canefe, Metis Yayınları