6 Şubat günü yaşadığımız iki depremle birlikte hayatlarımızda bir kırılma noktası yaşadık. Yerkürenin kadim hareketleri bize insanlığımızı, kırılganlığımızı ve topluluklar halinde yaşayan canlılar olduğumuzu hatırlattı. Yerkürenin kadim hareketlerinin yeryüzünde çok büyük kayıplara yol açtığına şahit olduk. Korkunç bir tarih yaşandığında, o zaman da orada olanlar olduk. Bu kırılma ile afeti yaşamayanlar olarak, vicdan terazisi normal işleyen birçoğumuz dayanışma için koştuk. Hiç tanımadığımız insanların canı için dua ettik. Günlerce enkaz altında bir umut bekleyenlerin o bekleyişinde uzanmayan elin verdiği ıstırabı paylaştık. Ailesinden, dostlarından, sevdiklerinden kaybedenlerin feryatları ciğerimizi yaktı. Adaletsizliğe şahit oldukça akılımızı kaçırmaktan korktuk. Sadece şahit olanlara bile bu duyguları yaşatan bu büyük felaketin öznesi olan canları düşünün. İnsan aklı ve psikolojisinin kaldırabileceğinden fazla acı çeken, tamamen yok olan ve korkunç şekilde değişen hayatın ardından yeniden hayata tutunmaya çalışan hayatta kalanlar. Öyle bir felaket ki 13,5 milyon insanın ömrüne doğrudan müdahale etti. İnsan tüm bu felaketin karşısında küçük hissediyor. İşte o an birlikte var olduğumuzu hatırlıyoruz. Şu anda Türkiye’deki halklar olarak dayanışma örgütleyerek birlikte var olmaya, birbirimizi var etmeye odaklanmış durumdayız. Dünyadaki birçok halkın da bu insan olma hissi ile felaket yaşayanları var etmeye çalıştığını görüyoruz. Bu yaşananların hepsi bir insan ömrü içinde çok ama çok büyük anlamlar taşımakta. Bu sebeple birçok adaletsizlik gerçeğinin korkusuzca gözler önüne serildiğine şahit oluyoruz.
Otuzlu yaşlarındaki gençler olarak bizler (kendi yaş kuşağımı kastediyorum) ömrümüzün yarısından fazlasını hâlihazırdaki iktidarın zihniyeti ile geçirdik. Her şeyin abartılı, büyük, görkemli ama aynı zamanda baskılayıcı, korkutucu olduğu uzun bir propaganda dönemi yaşadık. Vahşi neoliberal sermaye ve ne rasyonel ne adil olmayan milliyetçilik ve ayırımcılık birlikteliğinde katlanarak büyüyen bir zihniyet propagandasıydı bu. Ekolojik varlılarımızın sermayeye peşkeş çekildiğine, aklımızın alamayacağı miktarda halkın vergileri ile oluşan devlet parasının ahlaksızca birilerini zengin ettiğini gördük. Mega projeler, dev inşaatlar, yollar, köprüler yapıldı. 20 yıl süren korkunç bir propaganda. ‘Çıkar grubu olmayan ötekini ez’ iktidar politikasını kanıksadığımız noktaya gelmiştik. Toplumda öyle bir kutuplaşma yaşanıyordu ki, nefret; cinsten, ırktan, dinden taşıp türler arası olmuştu. Sokak köpeklerinin toplu katliamı için insanlar örgütleniyordu. Yaşayacak doğal ortamı kalmayan, dev metal kütlelerinin geçtiği yollarda hayatta kalmayı başaran yavru kedilerin çamaşır suyu ile zehirlendiğini gördük. Yaşadığımız politik olarak yükseltilen ayrım ve nefret insanı başka bir türün yaşam hakkını alabilmeyi meşru gördüğü noktaya gelmişti. Fakat 6 Şubat 2023, 04:17’de Maraş afetinin acı kayıpları ve onları kaybetme sebeplerimiz hepimizi uyuşturan bu propaganda maskesini indirdi. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasını yuva bilen herkesin hayatı değişti.
Nefretin ve ayrımcılığın üstüne bir de korku ve baskı ile sindirdiği dimağlarımız öfke ile gerçekleri idrak ediyor. Bu propaganda aygıtının ardındakiler bir bir döküldükçe daha da korkusuz oluyoruz. En tepeden en alta kurulan çarpık çıkar ilişkileri, din istismarı ile kapatılan hataları, bayrak vatan diye gizlenen suçları hiç olmadığı kadar net görüyoruz, üstelik sayımız artıyor. Türkiye’de sol sosyalist demokrasi güçleri, Kürt Özgürlük Hareketi bu dev propagandaların karşısında onlarca yıl direndi. Kadın hareketi direndi. Yerel ekoloji mücadeleleri direniyor. LGBTİ+ hareketi direniyor. Fakat bu büyük acı bu acının faillerini nasıl ortaya çıkardıysa, direnenlerin haklılığını da su gibi berrak gözler önüne serdi. Bu büyük acının karşısında kimsenin nefret, tehdit, manipülasyon, hile, sahtekarlık dinleyecek hali kalmadı. O kadar gerçek bir mücadele ki bu, can derdindeyken faillerin korku sözleri duyulmuyor. Canımız yanıyor. Bu öyle bir acı ki korku perdesini de indirdi. Birçok insan direnenlerin korkusuzluğunun acılara rağmen direnmenin verdiği gücü görmeye başladı bu ülkede.
Bugün resmi rakamlar can kaybını 38 bin 44 olarak açıkladı. Bu rakamın gerçek kayıp sayısını bildirmediği ve gerçek rakamın daha büyük olduğu kanıt istemeyen bir gerçek. Dondurucu soğukta, şanslıysa, bulduğu çadırda uyumaya çalışan yüz binlerce insan var. Bu asrın felaketi evet. Çok büyük ve çok korkunç fakat bu büyüklük bu felakete sebep olanların suçlarını gizlemiyor. Birçok insan bu propaganda sisinin içinde gerçeklerin üzerine örtülmeye çalışılan yalanları bir bir kaldırıp atıyor. O büyük rakamların her biri bir can ve hepsinin hesabı sorulacak. Bu çürük düzende payı olan kim varsa artık sadece vicdan kırıntısı yüzünden değil korkudan rahat uyumamalı. Bu büyük afetin bir insani felakete dönüşmesinde payı olan tüm devlet kademesi koltuklarının istifa ile boşaltılması gerekiyordu. Çoktan istifa edip, ceza alması gerekenlerin korku ve tehdit sözlerinin etkisi bugüne kadar bir şeydi ama bu büyük felaketin ardından bir şey ifade etmiyor.
Hızla başlanan enkaz kaldırma, apar topar, gerçek ihtiyaçlar ve yerkürenin sınırları gözetilmeden yapılan acil kent planları ivedilikle yapılmakta ki bu cesaret ve irade yine hileli propagandalara boğulsun. Bu kez olmayacak. Canımız o kadar çok yandı ki, propaganda işlemeyecek. Vahşi neoliberal sermaye ve milliyetçi ayrımcı iktidar düzeni yaralı halka çarptı. Hepimiz yaralıyız. Acısını çektiğimiz kayıplarımıza karşı en büyük sorumluluğumuz yaşam haklarını ellerinden alan herkese bunun hesabını sormak, adaleti sağlamak. Yüreklerimiz yanarken bir daha hiçbir canı böylesi bir felaket ile kaybetmemek için adaleti sağlamak zorundayız.