Geçmiş, öğünülecek fazla bir şeyi olmayan şimdiki zamana, daha şerefli bir arka plan sunar (E.Hobsbawn). Resmi tarih bu yüzden baştan sona bir geçmiş güzellemesinden ibarettir. Bu durum egemenler açısından anlaşılabilir bir durumdur. Tarih egemenler için kitleleri yönlendirmenin bir aracıdır. Aynı tarih, ezilenler için günü anlamanın bir aracıdır. Geçmiş ders çıkarmak, olaylar arsındaki bağlantıyı açıklamak ve geleceğe dair çıkarsamalarda bulunmak için ele alınır. Ezilenlerin tarihi yenilgilerle inşa edilmiştir, bu yüzden ders çıkarmasını bilenlere yenilgi iyi bir okuldur.
Geçen hafta, Gezi Parkı eylemlerini organize ve finanse ettikleri gerekçesiyle, haklarında gözaltı kararı çıkarılan 20 kişiden, çoğu akademisyen 12 kişi gözaltına alındı. Gözaltların Gezi Ayaklanması dolayımıyla yapılıyor olması, Gezi’nin siyasal iktidarın kâbusu olmaya devam ettiğini gösterdi. Ancak gözaltılar sonrası, Gezi’yi sahiplenmek adına yapılan paylaşımlar ve kaleme alınan satırlar, Gezi’nin giderek metalaştırılmaya başlandığını da ortaya koydu. Ayşe Buğra bir yerde dini, Türkiye’deki ekonomik modelin ilişki sermayesi olarak tarif eder. Tarihsel olgular, bugün iyice geriye savrulmuş hareketlerin ve devrimci mücadelenin uzağına düşmüş bireylerin, sosyal ilişki sermayesine dönüştürülme riski ile yüz yüzedir. “Hepimiz gezideydik” başlığı altında yürütülen sosyal medya kampanyası, bir yandan Gezi günlerinin yeniden hatırlanmasını sağlarken, öte yandan Gezi güzellemesi ile sınırlı kalarak ve ayaklanmayı sempatik bir görünüme büründürme çabasına girerek, o süreçte yapılan hataların meşrulaştırılmasına yol açmaktadır. Bu şekliyle Gezi’ye dair yapılan paylaşımlar, onun ayaklanma boyutunu, yani siyasal kökenlerini ve gerçekliğini, yani devletle, iktidarla olan karşıtlığını flulaştırıp, duvar yazılarına ve park etkinliklerine hapsetmektedir. Bu yaklaşım ayaklanmanın tarihsel boyutunun ortadan kaldırılmasını beraberinde getirdiği gibi, onun yenilgiyle sonuçlandığı gerçeğini de gizlemektedir. Gezi büyük bir ayaklanmadır fakat yenilmiştir. Devrimcilere düşen bu yenilginin sebeplerini tartışmak, bir daha tekrar edilmesin diye dersler çıkarmaktır.
Bu tartışma elbette bir köşe yazısına sığmayacak kadar kapsamlıdır, ancak basit bazı hatırlatmalar böylesi bir tartışma açısından faydalı olabilir. Gözaltına alınanlardan biri olan Prof. Dr. Betül Tanbay aynı zamanda, Erdoğan’la ayaklanma döneminde Dolmabahçe’de görüşen heyetin içerisindedir. Bu vesile ile ayaklanma sırasında polisin saldırısı devam ederken, hükümetle görüşme yapıldığı, üstelik bu heyetin büyük oranda akademisyen ve aydınlardan oluştuğu da hatırlandı. Yani aslında ayaklanmanın sözcülüğünün ve hatta yürütmesinin akademiye bırakıldığı hatırlanılmış oldu. Bu vurgu, akademisyenleri suçlamak ya da rollerini hafife almak için değil, ama devrimci hareketlerin ayaklanmanın sorumluluğundan nasıl uzak durduğunun hatırlatmak için yapılmaktadır. Oysa Gezi’nin yazılmayan tarihinde, Tarlabaşı barikatını tutanların, daha 1 Haziran günü tüm siyasi hareketlere ortak yürütme çağrısı yaptığı, bunun kabul edilmediği yazılıdır. Hatırlanması gereken bir diğer olgu polisin ortalığı gaza ve dumana boğduğu, insanların gaz fişekleriyle öldürüldüğü, gözünü kaybettiği ayaklanma sırasında “barışçıl eylem” söylemleri altında, direnenlerin provokatör ilan edildiği, kitlelerin direnenlere karşı yönlendirildiğidir. Aynı şekilde Taksim’e ve parka sıkışan eylem, tüm siyasi içeriğinden arındırılmış, bir çeşit karnaval havasına büründürülmüş, yaygınlaştırılarak iktidara karşı büyümesi durdurulmuştur. Oysa Gezi’nin “üç beş ağaç” meselesi olmadığı, halkın iktidara karşı birikmiş öfkesinin bir yansıması olduğu binliyordu. Siyasal kökenleri olan bir ayaklanma ekolojik, kültürel bir başkaldırıya dönüşmüş ve sönümlenmiştir.
Hepimiz ordaydık diye paylaşılan fotoğraflarda polisin taksime girdiği ve aslında ayaklanmanın yenildiği, 11 Haziran gününe ait fotoğrafların bulunmaması normaldir. Çünkü aslında hepimiz ordaydık diyenlerin önemli bir kısmı, 11 Haziran günü polise direnenlerin yanında yoktur. Barikatlar boşaltılmış, direneler yalnız bırakılmıştır. Paylaşılmayan fotoğraflardan birisi de, tomanın üzerine çıkıp polis megafonuyla, parktakilere yerinizden kıpırdamayan çağrısının yapıldığı fotoğraftır. Bütün ülke ve ebetteki parktakiler, ayaklanmanın yenilmesini televizyonlardan izlemiştir. Bugün hatırlanmak istenmeyen fotoğraf budur. 11 Haziran saldırısı devletin son hamlesi idi ve barikatlar tutulsa ve direniş sahiplenilebilseydi, bugün Sarayın mutlak hâkimiyeti tartışılmıyor olunacaktı. Gezi’nin eğlenceli yönleri elbette sohbetlerde anlatılabilir, ancak yapılması gereken neden yenilindiği sorusuna cevap vermektir. Elbette 11 Haziran barikatlarında dövüşenlerin de halk kitlelerini harekete geçiremedikleri sürece, barikatları tutamayacaklarını görmeleri gerektiği gibi bir ders de mevcuttur. Eğer 1905’in “genel provası olmasaydı”, 1917 Ekim ihtilâlinin zaferi mümkün olmazdı. (Lenin). Gezi bir başlangıçtır ve yeni ayaklanma ancak hatalarından öğrenmeyi becerdiği oranda başarıya ulaşacaktır.