Yaz mevsimi şairlerde biraz da göç mevsimi gibidir. Can Yücel, Turgut Uyar ve Ahmet Erhan’ı da yine böyle bir yaz sıcağında yitirmiştik.
Doğanın yasası böyle demek. Biri doğuyor ‘merhaba’ diyor, biri ölüyor ‘hoşça kal’ diyor dünyaya. Turgut Uyar’ın doğum günü tarihi Ahmet Erhan’ın ölüm tarihidir aynı zamanda.
Ahmet Erhan, acılı çağların çocuklarından, kendi kuşağının naif şairlerinden. “Rüya görürüm diye uyumuyorum” der. Rüya dediği kâbus ve karabasandır. Erken yaşlarda bilincine varmış acının ve hüznün. “Bilirler hayat nedir, ölüm nedir / Güneş her akşam tepelerin ardına bir daha dönmeyecekmişcesine çekilir./ Çiçekleri sevgilinin saçına değil nasipmiş bir tabuta iliştirmek / Belki de her çağda böyleydi bu / Böylesine sıradan bir şeydi ölmek.”
Yüreğinde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği. Çünkü o kadar kolay değil unutmak. Hep acılı sarhoş ve sarsak. Sevgiliye alınan çiçekler hep bir tabuta nasip olmuştur.
“Ben içinde yaşadığım toplumun gereklerini yaşadığım sürece anlayan, anlamaya çalışan biriyim, aslında hep öyleyiz. Çok garip ama, biz ölenlerin ardından helva pişiren, şeker dağıtan insanlarız.” diyordu.
***
Yetmiş küsur yaşlarında bir çocuk adı Can Yücel… Sevgi duvarını aşmış, yeni dağılmış bir okul gibiydi gözleri. Gözlerin dili vardır, imgesi, duygusu, heyecanı, düşüncesi, mizahı, alayı ve öfkesi vardır… Başkaldırısı, eleştirisi, özlemi ve öznesi vardır. Öfke ve sevgi, nefret ve lirizm birer demirbaştır onun şiirlerinde… Aldanışın, kurallara körü körüne boyun eğmenin, sömürülmenin karşısındadır.
enin karşısındadır. ‘Can Baba’ diye hitap edilse de yüreğinde bir çocuk barındırır. Bazen bir baba nasihatıdır, bazen ele avuca sığmaz haşarı bir çocuk…
Daha başından itibaren kendine ‘başka bir dünya mümkün’ yolunu seçmiş. Her şair için olmasa da Can Yücel raconudur: Haksızlık ve sömürü karşısında düzene karşı öfkeyle yoğrulmuş Can’siparane bir karşı duruş.
Yalan yaşamayı kendine zül edinmiş. Şiirin kişiliğiyle bu denli örtüştüğü şair sayısı çok azdır. Yazdığı gibi yaşadı, yaşadığı gibi yazdı: ‘Düştüğüm yer öyle açık, öyle seçik ki / Başucumda bir sen varsın bir de evren / Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi / Yalnızlığım benim çoğul türkülerim / Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.’
Entelektüeldeki birikimi sokağın jargonuyla buluşturunca ne söylemde zorluk çekilir ne de anlam bulanıklığı.
Elbet parlak bir zekâ gerektirir. Bazen ağdası da olur dilin. O zaman humor ve ironi kadeh de tokuşturur.
*** Şiirin “Büyük saat”i Turgut Uyar da böyle bir sıcakta hoşça kal dedi dünyaya. Kendi gitti ama şiirleri kaldı. Okur profili geliştikçe de her geçen gün daha da değer kazanıyor.
Askeri okullarda yatılı okudu. “Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Zaten mutlu olan çocuk da yoktur” diyor o dönemler için. Personel subayı olarak tayin Posof’adır. Kendi deyişiyle “silahsız bir asker”dir… Bu dönemde yazdığı şiirine verdiği ad gibi, “Yokuş Yol” adadır… Bu “yol” da durmadan kanar:
“…Güllerin bedeninden dikenleri teker teker koparırsan, / Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar. / Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan,/ Kürdistan’da Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar. / Muş-Tatvan yolunda, güllere ve devlete inanırsan, / Eşkıyalar kanar, kötü donanımlı asker kanar./… El ele gittiğimiz bir yolda, sen gitgide büyürsen / Benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar.”
Bir süre sonra askerlikten ayrılır, sırmaları ve apoletleri yoktur artık, daha çok sever omuzlarını ama sıkıntı hiç eksik olmaz onun dünyasında.
da. Şairanelik yüz bulmaz ondan. Çünkü şiirsellik önemlidir onun için, yaşamın her karesinde şiirsellik arar… Tarihte saat kaç olursa olsun hüzne hep yer vardır onun sofrasında ve bu yüzden şiir yazmak kriz gibi bir şeydir onda… Gelir ve vurur. Bir kişilik yapısı bu. Bazen de sessizliğe gömülür uzun bir süre biriktirir.
Onunkisi bir nehir gibi durmadan yatak değiştiren bir şiir.
***
Nasıl kısa kesmeli bilemiyorum… Ne kadar yazsak hep eksik kalır, ne kadar sevsek eksik… Okursak şiirler tamamlar belki tüm eksikleri.