Bahçesinden topladı o günkü yemeklerini. İki domates kopardı, yavaşça, ayrı ayrı fideden. Ortasında biberlerden de 4-5 tane acı. Çok ve bu yüzden kırmızı sanki. Sonra bir adım geri çekilip, 3-4 de tatlı biberden aldı.
Biraz ilerde tavukların gezdiği yere gitti. Yerdeki yoncaları gagalayan tavukları kışladı öteye. Koşarak, biraz biraz da uçarak, iki üç adım kadar uzaklaştılar. Oraya, tavukların gittiye yere kadar, kümes çitini ileri götürdü. Köşeden yumurtaları topladı. Çiti taşıdığı yere baktı. Biraz seyrelmişti yoncalar ve toprağı gübrelemişti tavuklar, yeterince. Sadece tavuklar gezmiyordu bahçesinde, kümes de geziyordu. Her zaman taze yonca yiyorlardı ve bir sürü başka bir şey. Bazı zararlı böcekleri. Hepsini değil ama. Ne kadar yiyebiliyorsa tavuklar.
Öyle her şeyi ölçmeye filan gerek yoktu. Fazla dokunmamak gerekiyordu doğaya, gerisini o hallediyordu zaten. Özür dileyerek kenarından alıyordu onun. Sevgi ve minnet sözleri mırıldanıyordu, bunu yaparken. Daha çabuk büyüyordu o zaman, yonca mesela ya da kekik de şimdi biraz önce kopardığı. Kuşların kursağında bir yolculukla gelmiştir diye düşündü. O dikmemişti onu ama kuşlar gelmesin diye korkuluklar da yapmamıştı hiçbir yere. Çok keskindi kokusu kekiğin. Rüzgar ve kanat tadı vardı sanki. Kırlangıç kanadıdır belki. Çok hızlı uçan ve daha çok bulutlu havalarda.
Hep baharı sever çünkü kırlangıç…
Kargaları da kovalamadı hiç. Asırlık bakışlarıyla onu seyrediyorlardı. Yirmi üç yıllık bir çınarın, alçak dallarına tünemişlerdi. İyi biliyordu çünkü buraya ilk geldiğinde dikmişti o ağacı. İlk büyük salgından hemen sonra. Sakattı o zaman, beceriksiz, muhtaç ve aç. Biraz önce topladıklarını, raflardan almayı biliyordu en fazla. Plastik kaplara hapsedilmiş, tercihi için etiketlenmişler arasından. Hangisi gelirse artık eline. Sonra kasanın arkasına hapsedilmiş bir işçinin önüne gidiyor, içine birikmiş rüzgarların sıkıştırılarak, paraya çevirdikleri bir kartı, bir bankaya teslim ediyordu, önünde eğilerek ve ayrıcalığı kadarının bir parçasını, bankanın sunağına adıyor, kendini ve köleliğini bunlarla besleyip, ertesi gün, efendinin çarklarının arasına katılıyordu.
Plastikle kaplı ambalajında uyanıyor, metal kutuların içine sıkışıp, çarkına gidiyor, kartının karnını doyuruyor, bazen alkolle batırıp kendini -ama sadece izin zamanlarında-, sonra yeniden, ama biraz rafadan, rafına dönüyordu.
Sonra, salgından sonra, bir gün kalkıp, bir kırlangıcın peşine düştü ve bu çınar ağacını dikti. Ağacı dikince daha iyi anladı, elleri vardı. Bahardı.
Hep baharı sever çünkü kırlangıç…