Adam gitmedi. ‘Kazandı’ değil ama gitmedi…
Bu defa gideceğini inananlardan biri de bendim; daha doğrusu resmen gideceğini ama fiilen gitmemek için sokak dâhil her türlü numarayı çevireceğini, böylece çok ama çok sert, belki de kanlı şeylerin yaşanacağını düşünüyordum.
Teoriler uçuşuyor havada ve bir kısmı da doğru. Evlere helikopterle Genelkurmay Başkanı indirilen bir memlekette bunların hepsine de inanabilirim.16 yıldır iktidarda olup, her köşeye sinmiş ve çoğu kurumu su sızdırmaz hale getirmiş olan bir iktidarın işi şansa bırakmamak için yapabileceklerinin bir sınırı yok. Sonuçta dijital sistemlerin ‘sandıkları koruma’ya odaklanmış bir savunma stratejisini boşa çıkarması mümkün; bazı iddialara göre bunun “çalarak” değil de “artırarak” yapılması da mümkün. Hepsine inanırım, çünkü hepsi mümkün. Hele muhalefetin fiyaskoya dönüşen dijital sistemlerini de düşünürsek, ipin ucu zaten kaçmış. İlk dakikalardan itibaren sabitlenip hiç yerinden oynamayan MHP oyları ise zaten ayrı bir hikâye… Şırnak’taki yüzde 200 artış kuşkusuz muhteşem bir sonuç olarak tarihe geçecek!
CHP ile ilgili olarak, herkesin bildiği, bir haftadır sosyal medyada herkesin bin türlü komplo teorisiyle evirip çevirdiği şeyleri tekrarlamanın da bir manası yok. CHP efradını korkutmak için çok özel polisiye operasyonlara ihtiyaç olmadığı daha önceki deneyimlerden biliniyor. İbret vakası çok açık: Selahattin Demirtaş! İnce ve CHP yönetimi, 6-8 Ekim olayları ile Demirtaş arasında uydurulan sorumluluk denkleminin kendileri için tekrarlanmasından korkmuşlardır. Bu kadar basit! Bunun özel yöntemlerle İnce’ye dikte ya da başkasına edilmesine de gerek yok; Mahir Ünal’ın o geceki sözleri ve “sorumluluk” hatırlatması yeterince açıktı zaten. Sonuçta, CHP yönetimi bunu göze alamamış ve ‘10 milyon’ yalanına kadar gelip dayanmıştır. Göze alsaydı ne olurdu? Kabul ediyorum, büyük bir karışıklık çıkardı ortaya ve bizim cenah bu kadar naif, diğer taraf bu kadar azgınken doğrusu sonuçları kestirmek zor olurdu ama işte zaten bu da büyük bir ikilem değil mi? Zarlar kaç kaç gelirse gelsin hep kasa kazanıyor, sen de, mekânın zebellah gibi ‘görevlilerine’ şöyle bir bakıp yitirdiğinin üstüne bir bardak soğuk su içiyorsun ama nereye kadar?
Bu arada, mühendisler de şimdiden işe başladılar bile. CHP’nin zayıf karnını biliyorlar. Büyük mitingler AKP’yi güçlendirmiş de, İnce sert konuşunca vatandaş korkmuş da… Ellerinde megafon sürekli bağırıyorlar: Sağa yanaş! Sesini yükseltme, agresif olma, milli meselelerden kopma! Yetmiyor, Soylu devreye giriyor: Ya benimsin ya kara toprağın!
Öte yandan, bunlar işin alavere dalavere kısmı ve buralarda çok takılınca belki daha köklü şeyleri, sosyolojik olanı da kaçırıyoruz. Her şey çalma çırpmadan ibaret değil. AKP’nin arkasında da bizim tanışmadığımız, az çok sabitlenmiş, milyonlardan oluşan bir topluluk var. Öyle ‘çomar’ edebiyatıyla çözülecek bir problem değil bu. Bayramın ikinci üçüncü günü çıkın Eminönü’ne, orada, OHAL’i filan hiç hissetmeyen, cezaevindeki gazetecileri hiç umursamayan, hatta bilmeyen, bilse de “vardır bi şeysi” diyen, bellek sakatlandıkça eski vakitler üzerine her türlü tevatürü (buzdolabı dahil!) hızla tüketen, senin itiraz ettiğin restorasyon rezaletine “ne var işte pırıl pırıl yapmış adam” diyen, yani ezcümle kendi kimliği içinde dolanırken bugünkü berbat hayatını meçhul bir şey için değiştirmekten korkan milyonlarca insanı görürsünüz.
‘Ustalık’sa eğer, budur. Adam, onları sürekli kırmızı alarm durumunda tutmanın, kaybedeceklerini sürekli hatırlatmanın işe yaradığını biliyor ve en iyi bildiği işi yapıyor. Çoğu yoksullardan oluşan bu büyük topluluğun sınır duvarlarını sürekli yükseltiyor ve ‘kapalı devre’ bir iletişim sistemine sahip bu alanı bizim için ‘yasak bölge’ haline getiriyor. Bizim içerisinde zaten yuvalanmış olduğumuz toplumsal kesimleri de teslim almak istiyor elbette ama asıl katlanamadığı, katlanamayacağı şey, kendi tapulu mülkü saydığı o büyük araziye başkalarının girmesi.
Tam bu noktada eğer bir komplo teorisi kurulacaksa, mülküne muhalifleri sokmamak için her türlü dalavere ve baskıyı yapan muktedir ile bizim cenaha sürekli “madem ki milletimiz sağda…” diye uslu durma nasihatleri verenler arasındaki bir “gizli mutabakat”tan söz edilebilir. Ve zaten o yüzden bu nasihate uymayanlara pervasız bir yönelim gelişiyor.
Sonuç olarak, gitmedi ama bizi de gömemedi diyenlere, gömmese ne olur, işini yürütüyor işte diye yanıt verebilirsiniz ama tam öyle değil. Öyle olsaydı daha üçüncü gün bu kadar agresiflik ortaya çıkmazdı. Asıl sorunu bizimle değil adamın, bizim şu anki halimizin büyüme ve yasak topraklara dalma ihtimali korkutuyor onu. Korktuğu başına gelir mi? Doğru adımlar atabilirsek, evet.