Geçen haftanın üzerinde en çok konuşulan iki iktisadi konusunun ekonomideki küçülme ve hız kesmeden artan işsizlik olduğu kesin.
TÜİK önce ekonomik büyüme verisini açıkladı. Buna göre, Türkiye ekonomisi geçen yılın son çeyreğinde (Ekim-Kasım-Aralık aylarında) ortalama yüzde 3 oranında küçülmüş. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, beklentim yüzde 3-4 aralığında bir küçülmeydi.
Böylece 2017 yılını yapay bir yüzde 7,4’lük ekonomik büyüme ile kapatan ülkede beklenen oldu: 2018 yılının büyüme hızı, ilk çeyrekten son çeyreğe kadar sırasıyla; yüzde 7,4’ten, yüzde 5,3’e, yüzde 1,8’e ve yüzde -3’e kadar düştü. Yani ekonomi çakıldı.[1] Kişi başına düşen (aslında düşmeyen) milli gelir ise 9,362 dolara gerileyerek 2007 yılındakinin altına indi. Yani ana akım iktisatçıların temel ölçütüne göre dahi yoksullaştık.
Büyüme hesaplanırken esas alınan kurun, TCMB kurundan 10 kuruş daha düşük hesaplanmasının küçülmeyi olması gerekenden az gösterdiği iddiasını bir kenara bıraksak dahi, bu küçülmenin henüz bir başlangıç olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Çünkü ekonomideki küçülme bu yıl da sürecek. Öyle ki Türkiye ekonomisine ilişkin beklentilerini bir süredir kötüleştiren OECD’ye göre ülke ekonomisi 2019 yılında yüzde – 1,8 küçülecek.[2]
Uçağın motorları durdu
Ekonomimizi havada tutan motorların durumuna bir bakalım. Sırasıyla son çeyrekte: Hanehalkı nihai tüketim harcamaları yüzde -8,9; kamu tüketim harcamaları yüzde -0,5; ithalat yüzde -24,4 ve sabit sermaye yatırım harcamaları yüzde -12,9 azalmış. Artan yalnızca ihracat olmuş (yüzde 10,6).[3] (Daha önce de sanayi üretim endeksinin yüzde 11 civarında düştüğü ve kapasite kullanım oranının yüzde 74’e gerilediği TÜİK tarafından açıklanmıştı). Yani uçağı uçuran motorlar durmuş.
Böyle bir ekonomik çakılmanın emekçileri vurmaması mümkün değil. Nitekim aynı dönemde işverenlerin yaratılan katma değerden aldığı pay yüzde 51,3 olurken, ücretlilerin payı yüzde 31,2’ye kadar gerilemiş.[4]
Yani işçi, emekçi sadece mülksüzleşmemiş, ağır vergiler altında ezilmemiş, aşırı borçlanmamış, aynı zamanda ürettiğinin üçte birinden azıyla yetinerek iyice yoksullaşmış.
Finansal kriz ve küresel sermayeye verilecek yeni tavizler tekrar gündemde
Yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin; yüksek borç stokları, özel sektörün kısa vadeli yüksek dış borçları, yüksek faiz oranları, yüksek döviz kurları ve yüksek enflasyon oranları gibi finansal göstergelerinin olduğunu biliyoruz. Buradan hareketle resesyon biçiminde reel bir ekonomik krizin yanı sıra, yeni bir finansal krizin hala gündemde olduğunu belirtmeliyiz. Döviz kurunun tekrar yükselmeye başlaması bunun işaretlerinden biri.
Bu da yerel seçimlerin ardından IMF’li ya da IMF’siz hangi biçimde olursa olsun, uluslararası finans kapitale yeni tavizlerin verileceğini ve bu arada halkın kemerleri daha da sıkmak zorunda kalacağını gösteriyor.
İşsizlik: Bizimki gönül işi…
Ancak işçiyi, köylüyü ve küçük üreticiyi yakından ilgilendiren asıl somut veri işsizlik ve istihdam verileri olmalı. Çünkü yurdum insanı kendisi işsiz kalmadığı sürece krizin ne demek olduğunu anlayamıyor ya da başka söylemlerle bunu algılaması engelleniyor. Seçimler yaklaşırken ipliği iyice pazara çıkan havuz medyasının bu konudaki başarısını da takdir etmek gerekiyor.
OECD’ye göre Türkiye, geçen yılın son çeyreği itibariyle 42 ülke arasında (Güney Afrika, Yunanistan ve İspanya’nın ardından) resmi işsizlik oranı en yüksek 4. ülke oldu.[5]
Çünkü (Aralık 2018 itibariyle) dar tanımlı işsizlik yüzde 13,5’e[6] ve geniş tanımlı işsizlik yüzde 20,9’a yükseldi.[7] Tarım dışı işsizlik oranları ise genel ortalamanın en az 2 puan üzerinde seyrediyor.
1 yılda 1 milyon yeni işsiz yarattık
Böylece TÜİK’e göre işsiz sayısı 4,3 milyona, DİSK’e göre 7,2 milyona yükseldi. Böylece son 1 yılda işsiz sayısı 1 milyonun üzerinde arttı. Kadınlar ve gençler işsizlikten en çok etkilenenlerin başında geliyorlar. Öyle ki tarım dışı kadın işsizliği yüzde 18,9 ve genç işsizliği yüzde 27’ye yükseldi.[8]
TÜİK’in resmi işsizlik verileriyle DİSK’in verileri arasındaki farklılığın nedeni işsizlik tanımlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor. TÜİK tarafından kullanılan standart işsizlik tanımına göre (dar tanımlı işsizlik); referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan kişilerden iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki kişiler işsiz kabul ediliyor. Bu tanıma rağmen 4 milyonun üzerinde işsizin ortaya çıkması durumun vahametini ortaya koyuyor aslında.
DİSK’in benimsediği geniş tanımlı işsizlik ise, klasik dar tanım kapsamında yer alan işsizlerin yanı sıra, iş bulma ümidini kaybeden işsizleri, iş aramayan ancak çalışmaya hazır olan işsizleri, mevsimlik ve zamana bağlı eksik çalışanları kapsayan alternatif işsizliği de içeriyor.
Geçmiş geleceğin aynasıdır
Böylece Yeni Ekonomi Programı’nın yüzde 11,3’lük işsizlik hedefi tutmadığı gibi, yeni istihdam yaratarak istihdamı yükseltme hedefi de tutmadı. Tersine geçen yıl istihdam 633 bin kişi azaldı. Yani hem mevcut işi olanlar işsiz kaldığı gibi, yeni gelenler için yeni istihdam da yaratılamadı.
Bu gerçeklik ortada iken, “bu yıldan itibaren 2,5 milyonluk yeni istihdam yaratma” sözü ne derece tutarlı olabilir? Kaldı ki 2017 yılında yaratılmış olan 1,3 milyon istihdamın çok büyük bir kısmının çırak, stajyer ve kursiyerlerden oluştuğu biliniyor. Hesapta “teorik ve/veya pratik olarak öğrenmesi için işyerinde çalıştırılan kimseler” olarak tanımlanan bu kesimler iş hukuku açısından işçi dahi sayılmıyorlar. Sigortasız çalıştırılan işçi sayısı ise 9,2 milyonu aşıyor. Kadın işçilerin böyle bir kayıt dışı istihdam içindeki payı yüzde 38’in üzerinde ve ne istihdamda ne de eğitimde olan gençlerin oranı yüzde 25’i buluyor.[9]
Bu veriler Türkiye’nin (2017 yılında) neden güvenceli, iyi ücretli, sağlıklı ve eşitlikçi iş-istihdam koşullarına erişim açısından OECD ortalamasının en az yüzde 30 altında bir yerde olabildiğini[10] yeterince açıklıyor olmalı.
Yanıtlarını vermemiz gereken iki soru
Bu noktada iki esaslı soru sorulmalı: İşsizliğin nedeni sadece ekonomik kriz midir? İşsizliği patlatan ekonomik kriz neden ve nasıl oluştu, bu krizin sorumluları kimler?
İlk sorunun yanıtı hem resmi verilerde yer almadığı, hem de iktisatçıların genelde konuşmadıkları ya da konuşmak istemedikleri bir gerçeği içeriyor: OHAL uygulamaları.
OHAL işsizlik nedeni oldu
OHAL’den bu yana işine son verilen toplam kamu çalışanı sayısı 130 binin üzerinde. Bunlar arasında eğitim alanında özel sektörde dahi çalışamayan akademisyenler, öğretmenler olduğu gibi, hastanelerde doktorluk yapamayan hekimler de var. Ayrıca OHAL’in resmi olarak sona ermiş olmasına rağmen kamu kurumlarından işten çıkartmalar küçük küçük de olsa devam ediyor.
Üniformalı istihdam: Yeni istihdam trendi
Peki, bu dönemde kamuda hiç mi istihdam yaratılmadı? Atılanların yerine alınanlarla birlikte son dönemde dilimize “üniformalı istihdam” olarak giren yeni bir istihdam biçiminde artış var. Yani polis, asker, güvenlik görevlisi, korucular.
Bunlara Maliye teşkilatında çalışan vergi memurlarını da eklediğimizde, bu istihdamın bir yandan devletin aldığı yeni biçimi özetlerken, diğer yandan üretmeyenin üreteni kontrol ettiği bir şeye dönüştüğü kolayca görülebiliyor.
Bu ise, içinde yaşadığımız sistemin etkinlikten, verimlilikten uzak, israfçı yanını sergilediği gibi, bu kesimlerin ücretlerini ödeyen başta üretenler başta olmak üzere toplumun bütünü üzerindeki vergi yükünü artıran adaletsiz yanını da ortaya koyuyor.
Bu kriz ne ilk, ne de son
Türkiye ekonomisi ilk kez krize girmiyor. Ülkenin son 40 yıllık dönemi krizlerle dolu. Ancak yaşamakta olduğumuz kriz, hem ülkenin (özellikle de özel sektörün) yüksek dış borç stokları, hem de yükselen küresel faiz oranları ve artan korumacılık gibi olumsuzluklar nedeniyle bu 40 yılın en uzun sürecek ve en derin krizi olmaya aday gözüküyor.
Yani krizin (onu tetikleyen siyasal iktidarların sorumluluklarını da unutmadan) aslında kapitalizmin krizi olduğu söylenebilir ve şöyle tanımlanabilir:
Kapitalizm ücretli emek sömürüsü üzerinden elde edilen artı-değer, dolayısıyla da kâra dayalı bir sermaye birikim sistemidir. Krizler ise bu birikim sürecinin finansman temini- üretim ve tüketim aşamalarında yaşanan ciddi tıkanma anlarıdır.
Devam edecek…
Dipnotlar:
[1] TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla, IV. Çeyrek: Ekim – Aralık, 2018.
[2] Laurence Boone, “Global growth is weakening: coordinating on fiscal and structural policies can revive euro area growth”, https://oecdecoscope.blog, 6 Mart 2019.
[3] TÜİK, a.g.b.
[4] a.g.b.
[5] OECD, https://data.oecd.org/unemp/unemployment-rate.htm, 17 Mart 2019.
[6] TÜİK, İşgücü İstatistikleri (Aralık 2018), 15 Mart 2019.
[7] DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdam Raporu, Mart 2019.
[8] a.g.r.
[9] DİSK-AR, a.g.r., s. 13.
[10] OECD, “How does TURKEY compare? Employment Outlook 2017”, Temmuz 2017.
*Bu yazı Sendika.org’la eş zamanlı yayımlanmaktadır.